Pages - Menu
- Ana Sayfa
- TARİHİ
- COĞRAFYASI
- YERYÜZÜ ŞEKİLLERİ
- İKLİM
- AKARSULAR
- NÜFUS
- KÜLTÜR
- MANİLER
- TURZİM
- KALESİ
- KAPLICALARI
- CAMİLERİ
- GÜREŞ
- ALVAR İMAMI HACI MUHAMMED LÜTFİ EFENDİ (1869-1956) HAYATI
- Hâce Muhammed Lutfi Efendi ŞİİR Mevlâ'ya emanet olsun Erzurum.
- Hâce Muhammed Lutfi Efendi ŞİİR Bayram o bayram olur
- ÇÖĞENDER İMAMI HACI SALİH EFENDİ
- İBRAHİM HAKKI HAZRETLERİ (1703-1780) HAYATI
- İBRAHİM HAKKI HAZRETLERİ (1703-1780) ESERLERİ
3 Mart 2014 Pazartesi
İBRAHİM HAKKI HAZRETLERİ'NİN ŞİİRLERİ SÖZ
Gel ey ruh-i revan söz tut
Nefs-i candır inan söz tut
Odur nutk ü beyan söz tut
Heman söz tut. heman söz tut
Teveccüh kıl, hidayet bul
Tevekkül kıl, himayet bul
Ve teslim ol. inayet bul
Heman söz tut, heman söz tut
Her emr-i Hakk'a hurmet kıl
Ve cümle halka şefkat kıl
Bir iş emr etme hizmet kıl
Heman söz tut, heman söz tut
Kelamında demiş Allah
Hadisinde Habibullah
Muti' ol, söyle Eyvallah
Heman söz tut. heman söz tut
Havatır farkına hoş yet
Vesavis nev'ini nefy et
Pes İlahın sözünce git
Heman söz tut, heman söz tut
O söz kim, Hakk'a layıkdır
Dahi akla muvafıkdır
O nutku tut ki, fayıkdır
Heman söz tut, heman söz tut
Eğer tenha kalırsan hoş
Huzur-i Hak bulursun hoş
Çü halk içre olursun hoş
Heman söz tut, heman söz tut
Ve ger ülfet bulam dersen
Güzel huylu olam dersen
Ve hizmetler kılam dersen
Heman söz tut, heman söz tut
Çü, söz tutmakdır devlet
Saadet-i izzet ü rağbet
Ve rahat-i nimet ü lezzet
Heman söz tut, heman söz tut
Kimin tutsan sözün asan
Sever seni candan asan
Sevil, sev Hak içün ey can
Heman söz tut, heman söz tut
Heman söz dinle, kâm alma
Bu tedbirinle sen kalma
Güzel pendi, yere salma
Heman söz tut. heman söz tut
Sakın bir şey murad etme
Ne olduysa inad etme
Kabul et, aksine gitme
Heman söz tut, heman söz tut
Güzel söz tut, muhabbet bul
Mülayim söyle re'fet bul
Gönüller yap meveddet bul
Heman söz tut, heman söz tut
Ulümi, gönderen sözdür
Kulüba indiren sözdür
Gönüller dönderen sözdür
Heman söz tut, heman söz tut
Derün-i dilde candır söz
Ve canlara revandır söz
Nihan fikr ü ayandır söz
Heman söz tut, heman söz tut
Söz, insanın özüdür bil
Odur mevlud-i can ü dil
Anı redd etme ey mukbil
Heman söz tut. heman söz tut
Kalemdir dil, yazan Hak'dır
Edep,söz tutmak ancakdır
Sözün şanı tutulmakdır
Heman söz tut, heman söz tut
Kamuyu söyleden birdir
Bu dillerden, O muhbirdir
Habir ol kim. bu bir sırdır
Heman söz tut, heman söz tut
Bu söz kim istişarettir
Sana Hakk'ı işarettir
Söz anlarsan, beşarettir
Heman söz tut, heman söz tut
Nefs-i candır inan söz tut
Odur nutk ü beyan söz tut
Heman söz tut. heman söz tut
Teveccüh kıl, hidayet bul
Tevekkül kıl, himayet bul
Ve teslim ol. inayet bul
Heman söz tut, heman söz tut
Her emr-i Hakk'a hurmet kıl
Ve cümle halka şefkat kıl
Bir iş emr etme hizmet kıl
Heman söz tut, heman söz tut
Kelamında demiş Allah
Hadisinde Habibullah
Muti' ol, söyle Eyvallah
Heman söz tut. heman söz tut
Havatır farkına hoş yet
Vesavis nev'ini nefy et
Pes İlahın sözünce git
Heman söz tut, heman söz tut
O söz kim, Hakk'a layıkdır
Dahi akla muvafıkdır
O nutku tut ki, fayıkdır
Heman söz tut, heman söz tut
Eğer tenha kalırsan hoş
Huzur-i Hak bulursun hoş
Çü halk içre olursun hoş
Heman söz tut, heman söz tut
Ve ger ülfet bulam dersen
Güzel huylu olam dersen
Ve hizmetler kılam dersen
Heman söz tut, heman söz tut
Çü, söz tutmakdır devlet
Saadet-i izzet ü rağbet
Ve rahat-i nimet ü lezzet
Heman söz tut, heman söz tut
Kimin tutsan sözün asan
Sever seni candan asan
Sevil, sev Hak içün ey can
Heman söz tut, heman söz tut
Heman söz dinle, kâm alma
Bu tedbirinle sen kalma
Güzel pendi, yere salma
Heman söz tut. heman söz tut
Sakın bir şey murad etme
Ne olduysa inad etme
Kabul et, aksine gitme
Heman söz tut, heman söz tut
Güzel söz tut, muhabbet bul
Mülayim söyle re'fet bul
Gönüller yap meveddet bul
Heman söz tut, heman söz tut
Ulümi, gönderen sözdür
Kulüba indiren sözdür
Gönüller dönderen sözdür
Heman söz tut, heman söz tut
Derün-i dilde candır söz
Ve canlara revandır söz
Nihan fikr ü ayandır söz
Heman söz tut, heman söz tut
Söz, insanın özüdür bil
Odur mevlud-i can ü dil
Anı redd etme ey mukbil
Heman söz tut. heman söz tut
Kalemdir dil, yazan Hak'dır
Edep,söz tutmak ancakdır
Sözün şanı tutulmakdır
Heman söz tut, heman söz tut
Kamuyu söyleden birdir
Bu dillerden, O muhbirdir
Habir ol kim. bu bir sırdır
Heman söz tut, heman söz tut
Bu söz kim istişarettir
Sana Hakk'ı işarettir
Söz anlarsan, beşarettir
Heman söz tut, heman söz tut
İBRAHİM HAKKI HAZRETLERİ'NİN ŞİİRLERİ TEVFİZNÂME
Hak; şerleri hayr eyler
Zann etme ki gayr eyler
Arif anı seyr eyler
Allah görelim neyler
Neylerse güzel eyler
Sen. Hakk'a tevekkül kıl
Teslim ol ve rahat bul
Her işine razı ol
Allah görelim neyler
Neylerse güzel eyler
Deme şu niçün şöyle
Yerindedir ol öyle
Bak sonuna, seyr eyle
Allah görelim neyler
Neylerse güzel eyler
Hep işleri faikdır
Biribirine layıkdır
Neylerse müvafıkdır
Allah görelim neyler
Neylerse güzel eyler
Sen. 'adli zulüm sanma
Teslim ol, oda yanma
Sabr eyle sen, usanma
Allah görelim neyler
Neylerse güzel eyler
Dilden gamı dür eyle
Canınla huzur eyle
Tefviz-i umur eyle
Allah görelim neyler
Neylerse güzel eyler
Hakk'ın olacak işler
Boşdur gam ü teşvişler
Ol hikmetini işler
Allah görelim neyler
Neylerse güzel eyler
Bil kazî-yi hacatı
Kıl ana münacatı
Terk eyle muradatı
Allah görelim neyler
Neylerse güzel eyler
Bir işi murad itme
Olduysa 'inad itme
Hak'tandır o, reddetme
Allah görelim neyler
Neylerse güzel eyler
Sen, halk ile yarılma
Bu nefs ile hem kalma
Kalbinden ırağ olma
Allah görelim neyler
Neylerse güzel eyler
Hiç kimseye hor bakma
İncitme, gönül yıkma
Sen, nefsine yan çıkma
Allah görelim neyler
Neylerse güzel eyler
Mü'min işi, reng olmaz
Akil huyu, ceng olmaz
Arif dili, teng olmaz
Allah görelim neyler
Neylerse güzel eyler
Gönlün Hakk'a perg eyle
Takdirini derk eyle
Tedbirim terk eyle
Allah görelim neyler
Neylerse güzel eyler
Hoş sabr-i cemilimdir
Takdir-i kefilimdir
Allah ki vekilimdir
Allah görelim neyler
Neylerse güzel eyler
Hallak-i Rahim oldır
Rezzak-i Kerim oldır
Fa'al-i Hakim oldır
Allah görelim neyler
Neylerse güzel eyler
Geh mu'tî vü geh mani
Geh zarrü gehi nafi
Geh dafi' ü geh rafi'
Allah görelim neyler
Neylerse güzel eyler
Her kuluna, her anda
Geh kahr ü geh ihsanda
Her anda, o bir şanda
Allah görelim neyler
Neylerse güzel eyler
Geh bay ider, geh miskin
Geh hurrem ü geh ü ğamgin
Geh şuh ü gehi sengin
Allah görelim neyler
Neylerse güzel eyler
Geh abdin ider arif
Geh eymen ü geh haif
Her kalbi, odır sarif
Allah görelim neyler
Neylerse güzel eyler
Geh kalbim boş.Eyler
Geh hulkunu hoş eyler
Geh ışkına düş eyler
Allah görelim neyler
Neylerse güzel eyler.
Her dilde anın adı
Her canda anın yadı
Her kuladır imdadı
Allah görelim neyler
Neylerse güzel eyler
Naçar olacak yerde
Nagah açar ol perde
Derman eder ol derde
Allah görelim neyler
Neylerse güzel eyler
Az ye. az uyu, az iç
Ten mezbelesinden geç
Dil gülşenine gel göç
Allah görelim neyler
Neylerse güzel eyler
Geçmişle geri kalma
Müstakbele hem talma
Hal ile dahi olma
Allah görelim neyler
Neylerse güzel eyler
Her dem, anı fikr eyle
Zirekliği koy şöyle
Hayranlığı bul söyle
Allah görelim neyler
Neylerse güzel eyler
Gel hayrete tal bir yol
Kendin unud, anı bul
Koy gafleti, hazır ol
Allah görelim neyler
Neylerse güzel eyler
Her sözde nasihat var
Her şeyde ne zinet var
Her işte ganimet var
Allah görelim neyler
Neylerse güzel eyler
Hep remz ü işaretdir
Hep remz ü beşaretdir
Hep 'ayn-i inayetdir
Allah görelim neyler
Neylerse güzel eyler
Her söyleyeni dinle
Ol söyledeni anla
Hem eyle kabül-i canla
Allah görelim neyler
Neylerse güzel eyler
Bil elsine-i halkı
Aklam-i Hak, ey Hakkı
Öğren edeb ü hulki
Allah görelim neyler
Neylerse güzel eyler
Vallahi güzel etmiş
Billahi güzel etmiş
Tallahi güzel etmiş
Allah görelim netmiş
Ne itmişse güzel etmiş
Zann etme ki gayr eyler
Arif anı seyr eyler
Allah görelim neyler
Neylerse güzel eyler
Sen. Hakk'a tevekkül kıl
Teslim ol ve rahat bul
Her işine razı ol
Allah görelim neyler
Neylerse güzel eyler
Deme şu niçün şöyle
Yerindedir ol öyle
Bak sonuna, seyr eyle
Allah görelim neyler
Neylerse güzel eyler
Hep işleri faikdır
Biribirine layıkdır
Neylerse müvafıkdır
Allah görelim neyler
Neylerse güzel eyler
Sen. 'adli zulüm sanma
Teslim ol, oda yanma
Sabr eyle sen, usanma
Allah görelim neyler
Neylerse güzel eyler
Dilden gamı dür eyle
Canınla huzur eyle
Tefviz-i umur eyle
Allah görelim neyler
Neylerse güzel eyler
Hakk'ın olacak işler
Boşdur gam ü teşvişler
Ol hikmetini işler
Allah görelim neyler
Neylerse güzel eyler
Bil kazî-yi hacatı
Kıl ana münacatı
Terk eyle muradatı
Allah görelim neyler
Neylerse güzel eyler
Bir işi murad itme
Olduysa 'inad itme
Hak'tandır o, reddetme
Allah görelim neyler
Neylerse güzel eyler
Sen, halk ile yarılma
Bu nefs ile hem kalma
Kalbinden ırağ olma
Allah görelim neyler
Neylerse güzel eyler
Hiç kimseye hor bakma
İncitme, gönül yıkma
Sen, nefsine yan çıkma
Allah görelim neyler
Neylerse güzel eyler
Mü'min işi, reng olmaz
Akil huyu, ceng olmaz
Arif dili, teng olmaz
Allah görelim neyler
Neylerse güzel eyler
Gönlün Hakk'a perg eyle
Takdirini derk eyle
Tedbirim terk eyle
Allah görelim neyler
Neylerse güzel eyler
Hoş sabr-i cemilimdir
Takdir-i kefilimdir
Allah ki vekilimdir
Allah görelim neyler
Neylerse güzel eyler
Hallak-i Rahim oldır
Rezzak-i Kerim oldır
Fa'al-i Hakim oldır
Allah görelim neyler
Neylerse güzel eyler
Geh mu'tî vü geh mani
Geh zarrü gehi nafi
Geh dafi' ü geh rafi'
Allah görelim neyler
Neylerse güzel eyler
Her kuluna, her anda
Geh kahr ü geh ihsanda
Her anda, o bir şanda
Allah görelim neyler
Neylerse güzel eyler
Geh bay ider, geh miskin
Geh hurrem ü geh ü ğamgin
Geh şuh ü gehi sengin
Allah görelim neyler
Neylerse güzel eyler
Geh abdin ider arif
Geh eymen ü geh haif
Her kalbi, odır sarif
Allah görelim neyler
Neylerse güzel eyler
Geh kalbim boş.Eyler
Geh hulkunu hoş eyler
Geh ışkına düş eyler
Allah görelim neyler
Neylerse güzel eyler.
Her dilde anın adı
Her canda anın yadı
Her kuladır imdadı
Allah görelim neyler
Neylerse güzel eyler
Naçar olacak yerde
Nagah açar ol perde
Derman eder ol derde
Allah görelim neyler
Neylerse güzel eyler
Az ye. az uyu, az iç
Ten mezbelesinden geç
Dil gülşenine gel göç
Allah görelim neyler
Neylerse güzel eyler
Geçmişle geri kalma
Müstakbele hem talma
Hal ile dahi olma
Allah görelim neyler
Neylerse güzel eyler
Her dem, anı fikr eyle
Zirekliği koy şöyle
Hayranlığı bul söyle
Allah görelim neyler
Neylerse güzel eyler
Gel hayrete tal bir yol
Kendin unud, anı bul
Koy gafleti, hazır ol
Allah görelim neyler
Neylerse güzel eyler
Her sözde nasihat var
Her şeyde ne zinet var
Her işte ganimet var
Allah görelim neyler
Neylerse güzel eyler
Hep remz ü işaretdir
Hep remz ü beşaretdir
Hep 'ayn-i inayetdir
Allah görelim neyler
Neylerse güzel eyler
Her söyleyeni dinle
Ol söyledeni anla
Hem eyle kabül-i canla
Allah görelim neyler
Neylerse güzel eyler
Bil elsine-i halkı
Aklam-i Hak, ey Hakkı
Öğren edeb ü hulki
Allah görelim neyler
Neylerse güzel eyler
Vallahi güzel etmiş
Billahi güzel etmiş
Tallahi güzel etmiş
Allah görelim netmiş
Ne itmişse güzel etmiş
İBRAHİM HAKKI HAZRETLERİ'NİN ŞİİRLERİ SU KASİDESİ
SU KASİDESİ
Su vadiyi hayrette her senk ile cenk eyler,Deryasına vuslatta ahengi pelenk eyler.
Su alçağa meyleyler, hoş savt ile hoş söyler,
Reftarına bak neyler: Şan şiue-i lenk eyler.
Su havza kudum eyler, şevk ile hücum eyler,
Hem nağme i Rum eyler, hem Raksı Frenk eyler
Su aynı necat olmuş, eşyaya hayat olmuş,
Bel azb-ı Fırat olmuş: ol zevk i nehenk eyler
Su teşnesi her hasta, olmuş ana dilbeste,
Uşşakına peyveste, hoş naz-ü direnk eyler.
Su teşnesini bulsa, hoşberd-ü selam olsa
Yangın yüreğe dolsa, ol nara ne renk eyler?
Hakkı, su gibi gitsin, deryayı dile yetsin
Koy bahr ile fahretsin, barandan o nenk eyler.
İBRAHİM HAKKI HAZRETLERİ'NİN ŞİİRLERİ HASANKALESİ
HASAKALE
Mübarek mekandır Hasankalesi
Kamu zevke kandır Hasankalesi
Suyu hoş, havası, kışı, mutedil
İrem'den nişandır Hasankalesi
Değirmenleri hoş ü çermikleri
Pür ab-i ravandır Hasankalesi
Ve bostanları, bağ ü dağı hasen
Mekan-i hisandır Hasankalesi
Taşı, ağacı, nerm ü hakı, kavi
Metin kahramandır Hasankalesi
Yeri, müftefi, üç yanı düz açık
Ki taht-i şahandır Hasankalesi
Burcu, dizilmiştir inci mesali
Iraktan ayandır Hasankalesi
Deli aşık olmuş baharı ana
Ki pür hüsn ü andır Hasankalesi
Gündüz kuş sadası, gece kurbağa
Ne tesbih-handır Hasankalesi
Gelür seyre aşık etraftan
Gül-i aşıkandır Hasankalesi
O çermik safasın sürer ehl-i dil
Acep kahramandır Hasankalesi
Çoğu arzu eyler olmaz nasip
Bize râyegandır Hasankalesi
Kurubu, veliler yatağıdır
Riyaz-i cinandır Hasankalesi
Ahalisi ağleb şeci' ü sahi
Ne zi-nam ü şandır Hasankalesi
Kamu halkı zîrek, arif ü zarif
Dolu aşk ü candır Hasankalesi
Ağır, uslu, hoş huylu halkı, muti'
Pür emn ü emândır Hasankalesi
Kimi vâiz dinler, kimi ders okur
Dolu müselmandır Hasankalesi
Edepli, hayalı zeni, ehl-i ırz
San evvel zamandır Hasankalesi
Bir âyinedir, yahşiye yahşidir
Yamana yamandır Hasankalesi
Gel ey Hakkı bunda huzur eyle kim
Huzür-i cinandır Hasankalesi
İBRAHİM HAKKI HAZRETLERİ (1703-1780) ESERLERİ
İbrahim Hakkı, kendisi eserlerini beş ana ve on evlat eser diye tanıtmaktadır. Bunların dışında da bazı eserleri bulunmakla beraber ben burada sadece beş ana eserinden bahsedeceğim.
İlk ana eseri Divanı'dır. 1755'te yazılmış, 1847'de Mehmet Sait tarafından İstanbul'da basılmıştır. Erzurumlu İbrahim Hakkı Divanı ismini taşır. 230 sayfadır. İlahiname, Aşkname, Hz. Muhammed'i öven bir şiir ve kendi halini, niteliğini bildiren bir manzumesi vardır. Divanı büyük oğlu İbrahim Fehim'e ithaf etmiştir, İsmail Fehim astronomi ve müzikle uğraşan güzel kanun, santur çalan bir zattır. Kendisinin yapmış olduğu 74 telli bir santuru vardır, İbrahim Hakkı Divanı'ndan musikî ile ilgili bir şiiri kitabın son bölümünde yer almaktadır.
2. ana eseri Marifetname'dir. Ansiklopedi türündedir. 1757'de yazılmıştır. 1836 ve 1864'te Mısırda, 1868, 1889 ve 1914'te İstanbul'da basılmıştır? Ortalama 600 büyük sayfadır. El yazmaları iki cilde sığmıştır.Tillo'daki torunların dan Abdülaziz Topraktaki iki cildin elyazısı kendi elyazısma çok benzer. Bu kitabım oğlu Ahmet Naimi'ye ithaf etmiştir.
Eser bir ön söz, üç büyük bölüm ve bir sonsöz ihtiva eder. Her bölüm daha alt bölümlere ayrılmıştır. Ön söz tamamen dinseldir, l. Bölüm Feen-i evvel'dir. Tanrı'nın varlığını, birliğim anlattıktan sonra yalınç ve bileşik cisimleri, madenleri,bitkileri ve nihayet insanı anlatır. Basit cisimlerden insana kadar gelen bir evrim teorisidir bu diyebiliriz. Sonra aritmetik, geoemetri, astronomi ve takvim konulan yer alır. Coğrafyaya ait bölümünde 200'den fazla ilin hangi enlem ve boylamda olduğunu gösterir bir liste yapmıştır. Birinci bölümde eski astronomiye de yer vermiş, yeni astronomiye geçerken hiçbir çağda yerin döndüğüne inananlar eksik olmamıştır, demiştir.
2. bölüm Feenn-i salisde Anatomi fizyoloji gibi bilimler yer alır. İnsan vücudunu estetik bakımdan da incelemiş, araya beyitler sıkıştırmıştır. Vücut yapışı ile huy arasındaki ilişkiye inanır ve şiirle anlatmıştır. Bu bölümün sonunda ruha, sağlığa ve ölüme ait geniş bilgi vardır.
3. Büyük bölüm, Fenn-i salis, dinsel, Tanrısal ve felsefîdir.
40 sayfa tutan son bölüm Törebilimdir diyebiliriz. Öğretimin yol ve yöntemini, öğrencinin üstadına takınacağı durumu, ana ve babaya karşı saygı ve sevgi, evlenme ve evlenmede aranacak nitelikler karıkocanın biribiriyle ilişkileri töresi, çocuklarına karşı görevleri, akraba, hizmetçi, komşu, dost, arkadaş, halk ve bilginlerle görüşüp konuşma yol ve töreleri yer alır. Sayın Rauf İnan, İbrahim Hakkı'nın bu cephesini incelerken, O'nu ilk eğitim fîlozofumuz olarak tanımak gerekir. Almanya'nın en tanınmış eğitimcisi ve eğitim düşünürü olan Prof. Dr. G. Hausmann'a "Türk Eğitim Tarihini kapsamayan bir Dünya Eğitim Tarihinden söz edilemez" dedirten, (Kutadgu Bilig) (Kitab-ı Tarik-ul Edeb) ve özellikle (Marifetname) olmuştur diyor.
Marifetname Arapça ve Farsça'ya da çevrilmiştir.
İbrahim Hakkı'nın 3. büyük eseri irfaniye'dir. 1761'de yazılmıştır, 495 sayfadır, Arapça, Farsça ve Türkçe bölümleri vardır. Konusu " Kendisini bilmeyen Tanrı'sını bilemez" anlamındaki tek bir hadistir, İnsan vücudunu evrene benzetmiştir. Vücutta akıl, evrende Tanrı gibidir. Şöyle öğütleri vardır: "Tekkelerde eğlenmeyip, ilim meclisine gelesin. Herkese şefkat nazarı ile bakıp hiçbir ferdi hakir görmiyesin ve kimseden bir nesne istemeyip bir hizmet buyurmıyasın. Tezyi-i zahirî koyup gökçek ahlak ile tezyi-i batına gidersin" demektedir.
4. Ana eseri insianiye'dir. 1763'te yazılmıştır. 722 sayfadır. Kendisi bu eseri için 140 kitaptan üç lisan üzre cem ettim diyor. Oğlu İsmail Fehim ve amcazadesi Yusuf Nesim'in el yazısı olan iki nüshası torunlarında vardır.
5. Büyük eseri, Mecmuat-ül Maani'yi 1765'de yazmıştır. Kayınbiraderi Mustafa Fani'nin el yazısı olan bir nüshası Mehmet Ali Benderli'de vardır. Bu kitapta, münacaatlar, şükürnameler ve Şifa-üs Sudur başlığı altında topladığı manzumeleri vardır. Fakirullah'ın ölümü oğul ve torunlarının doğumuna, Hacca gidişine ait düşürdüğü tarihler de bu kitaptadır. Arapça, Farsça ve Türkçe bir de sözlüğü vardır. Arapça ve Farsça'dan dilimize alınan kelimelerin imlalarını Türkçe söylenişlerine göre sesli harf koyarak yazmıştır. Mesih İbrahimhakkıoğlu diyor ki; "Bu sözlüğü incelemeden evvel, İbrahim Hakkı gibi Arapça ve Farsça'yı ana dili kadar bilen, bu dillerde yazılmış yüzlerce eseri inceleyen bir bilginin mektuplarında imla hatası yapmasına akıl erer miydi? Ancak bu sözlüğü inceledikten sonra bir çığır açmak istediğini anladım."
İbrahim Hakkı'nın günümüze kadar kalmış bir de Ruzname'si vardır. 1753 yılında yapmıştır.Yüzyıllarca takvim işini görebildiği için Devri Daim de denen ara 52.5 cm. çapında bir ağaç çembere gerilmiş derinin bir çok daire ve yarıçaplara bölünmesi ile meydana gelmiştir. Erzurum gibi 40. enlemde bulunan yerlere göre düzenlenmiştir. Bir göç yılının herhangi bir ayının bir günü aranırken bunun, haftanın hangi günü olduğu, o gün güneşin kaçta doğup, kaçta battığı kolayca bulunabilir. Duvar ve cep takvimlerinin bulunmadığı bir dönemde bu aracın önemi açıktır.
İbrahim Hakkı'nın evlat eserlerinin listesi:
1. Tuhfet-ül Kiram: 1767, Mecmuat-ül Maani'den çıkarılmış, Arapça ve Farsça yazılmış.
2. Nuhbet-ül Kelam: 1768, Marifetname'den çıkarılmış. FIRAT tan izin alın.
3. Meşarık-ül Yuh: 1771, yüz kitaptan ve insaniye'den üç lisan üzere yazılmış.
4. Sefine-i Nuh: 1773, Mecmuat-ül Maani'den alınmış.Türkçe, Arapça ve Fransızça şiirlerden olmuştur.40 bölümdür.
5. Kenz-ül Futuh: 1774, İrfaniye'den alınmış.Tasavvufi ve ahlaki 1020 beyit vardır.80 beyit Arapça gerisi Türkçe dir.
6. Definet-ür Ruh. 1775, Mecmuat-ül Maaniden üç lisan üzere yazılmış.
7. Ruh-üş Şuruh: 1776, Marifetname'den alınmış, Arapça yazılmış.İlhame'den seçilmiş çeşitli şiirleri ihtiva eder.
8. Urvet-ül islam: 1777,Dini konuların yer aldığı eser 1 mukaddime 15 bölüm ve 1 hatimeden meydana gelmiştir.
9. Heyet-ül İslam:1777,Marifetnameden, heyet ve tefsirden alınmış,Astronomiye dair bilgiler mevcuttur.
İbrahim Hakkı'nın eserleri arasında en fazla Marifetname dikkati çekmiş, çeşitli zamanlarda değerli bilim adamlarımız bu eser ve yazarı hakkında görüşlerini belirtmişlerdir.
Şimdi bunlara birkaç örnek vermek istiyorum:
Prof. Dr. Z. Fahri Fındıkoğlu, Revnakoğlunun "Erzurumlu İbrahim Hakkı ve Marifetnamesi" adlı eserine yazdığı ön sözde: "Türkiye'nin kültürel hayatını gösteren bir tablo içinde Erzurum ve mıntıkası, 1071 senesini takibeden uzun bir devrede bir taraftan Orta Aya Türklüğü'nün Küçük Asya'ya geçmesine köprülük yaparken, öbür taraftan SelçukluOsmanlı devrelerinin tefekkür hayatına sahne oldu. Istanbul'a başvurmadan da Hasankale'den Erzurum'a gelen bir genç, Erzurum'da ve çevresinde bir taraftan yazılı, öte taraftan Ehli Heyet, Ehli Hikmet, Ehli irfan ve Ehlullah tipinde yazısız istifaza kaynakları bulabilir ve nitekim bulmuş ve yetişmiştir de. İbrahim Hakkı ve eserleri karşısında her araştırıcının ve kültür tarihçisinin soracağı mesele, Mütefekkirimizin ne nispette toplayıcı, ne nispette yoğurucu ve orijinal olduğu noktasında toplanır" diyor.
Prof. Dr. F. Nafiz Uzluk "Çeşitli Yönleri ile Erzurum ve Çevresi" adlı kitapta "Marifetname Nüshaları" başlıklı yazısında: "Artukoğulları'nın zengin kitaplarından Bitlis'teki Şeref Hanı Ailesi'ne intikal edenlerinin, burasının Melik Ahmet Paşa tarafından zaptından sonra, kitaplarının mezatlarda satılarak yağmaya uğradığını, İbrahim Hakkı'nın bu kütüphanelerin etrafa taşan pozitif ilimlere ait eserlerinden yararlandığını, ayrıca Erzurum'dan geçen Hintli, Afganlı Seyyahlardan pozitif ilimler tahsil eylediğini kabul etmek icabeder. Mesela, fecri şimali hadisesi vukuu bulmuş, Istanbul'daki hocalar kıyamet kopuyor diye cami direklerine sarıldıkları halde, İbrahim Hakkı Meteorolojik olayı arkadaşları ile birlikte seyrettiklerini eserinde yazar, İstanbul gibi, koca imparatorluğun merkezi olan,içerisinde yalnız doğulu değil, batılı fizik bilginlerinin de bulundukları bir şehirde, softaların cami direklerine sarılmaları karşısında İbrahim Hakkı'nın hiçbir telaşa, heyecana kapılmadan, kıyamet kopacağını asla hatırına getirmeden, dostları ile beraber geceyarısı sabahın tan vakti aydınlığı için fecr, şimal kutbunda vukua geldiği için fecr şimali denilen göklere ait bir olayı telaşsız, endişesiz seyretmesi ne büyük tezattır, İbrahim Hakkı'nın ne kadar büyük bir adam olduğunu göstermez mi? diyor.
Dr. Adnan Adivar, "Tarih Boyunca ilim ve Din" adlı eserinde "Aristo'nun gökler taksiminin İbrahim Hakkı'nın Marifetnamesi'nde İslam Kozmoğrafyasi'na aynen geçtiğini" yazıyor. "Osmanlı Türkleri'nde ilim" adlı eserinde ise Marifetname için "Bu cins ansiklopedilerin en mükemmellerinden biri ve sonuncusudur" diyor. Marifetfetname'deki yeni astronomi yani Kopernik Sistemi'ne ait bilgiler için de: "Bu bilgileri de İbrahim Hakkı Cihannü-manın İbrahim Müteferrika eklemesinden almış olmakla beraber ondan çok cesurca ve daha akla uygun delillerle bu yeni astronomiye taraftar olduğunu göstermiştir" diyor.
Ord. Prof. Dr. Sadi Irmak "Veraset Biyolojisi" isimli eserinde: "Uzviyet türlerinin birbirlerinden meydana gelebileceğini, yani geniş anlamda tekamül fikrinin ilk izlerine Goethe'de rastlanır. Vakıa Mevlana ve Erzurumlu İbrahim Hakkı (Marifetname) insanının maymundan geldiğini zikrederler" diye kaydediyor.
Prof. Dr. Nafiz Uzluk Prof. Dr. Mehmet Ali Ayni Bey'in bir makalesini, (Edebiyat Mecmuası 1916) dilini açarak ve eklemeler yaparak "Çeşitli yönleri ile Erzurum ve Çevresi" adlı eserde yayınlıyor ve Marifetname'nin pozitif ilimler, pedegoji, psikoloji, son bahislerin de ahlak ve tasavvuf meselelerine dair olduğunu anlatıyor, çeşitli örnekler veriyor ve "İbrahim Hakkı batın ilmi sorusunu takibeden manzumelerinde pek güzel öğütler veriyor.
Ey gönül, Allah için mahlukuna hep şefkat et
Kimseyi incitme, herkese münasip ülfet et
Çün Huda her kalbe nazırdır, gönül yap rağbet et
Kulları gönlünde ol, Mevla'ya ancak hizmet et.
ve Türkçe bir müstezatında birkaç hikmetle karışık söz:
- Azap olur ki, bu halkı ona ortak ederiz, hata eder gideriz.
- Günah odur ki enaniyet eyleriz isbat, o muddea heyhat. ...
Bela odur ki bela gelse, sabrı kor kaçarız, gözyaşı saçarız.
- Maraz budur ki marazdan bu sıhhati seçeriz, o derdile geçeriz...
- Cehennem odur ki dil ile halkı incitiriz, biz de inciniriz.
ve mutaassıp ulemanın reddettiği musikiyi şeyh ruha gıda, bir ruhani tıp addediyor" diyerek
Musiki hikmete dair fendir
Bilene, bilmeyen ruşendir.
mısralarıyla başlayan şiiri naklediyor.
İBRAHİM HAKKI HAZRETLERİ (1703-1780)
İBRAHİM HAKKI HAZRETLERİ (1703-1780)
Her canlı; doğar, yaşar ve Ahirete intikal eder. Bazı insanlar
ölümünden kısa bir müddet sonra, bazıları çok uzun müddet anıldıktan sonra,
bazıları ise asırlar boyunca unutulmaz anılarıyla, bıraktığı eserleri ve engin
şahsiyeti ile gönüllerde taht kurarak daima içimizde bizden birisiymiş
gibi yaşarlar.
Aradan asırlar da geçse hala içimizde yaşayan ve Erzurum Şehri üzerine
düşürdüğü çizgilerle, bıraktığı eserleriyle bu Şehir'le bütünleşen ve ismini Milli
Sınırlarımız'ın dışına taşıran Erzurumlu İbrahim Hakkı Hz. leri
1703 yılında Hasankale'de doğdu.
Babası; Molla Bekir'in oğlu Osman Efendi, Annesi; Şeyhoğlu Dede Mahmut
Efendi'nin kızı Hanife Hanım'dır
Evvela O'nun hayatı ve eserleri hakkında kısa açıklamaları ve
bilgileri Prof. Hayrunisa Çavuşoğlu'nun makalesinden okuyalım. (Makale; İbrahim
Hakkı Hz. Cami ve Külliyesi Vakfi'nın yayınladığı "Tarihi TuristikSosyal
ve Kültürel Yönleriyle Pasinler (Hasankale)" isimli kitaptan aynen
alınmıştır.)
Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretleri'nin
Yetiştiği Çevre, Hayatı, Eserleri
Bu konuşmada sunacağım bilgiler, İbrahim Hakkı'nIn torunlarından Mesih
İbrahim Hakkıoğlu'nun, kitap, mektup, hatıra defteri, temessük, tapu ve izin
kağıdı gibi belgelere dayanarak hazırlamış olduğu 'Erzurumlu İbrahim
Hakkı" isimli eserinden alınıştır. Tarihler bugünkü takvime göre yine
Mesih ÎBRAHIMHAKKIOĞLU tarafindan düzeltilmiştir.
İbrahim Hakkı Hz. Marifetname isimli eserinde ailesi hakkında şu
bilgiyi veriyor: Dedesi Hasankaleli (Erzurum'un Pasinler Kazası) Dursun
Muhammedoğlu Molla Bekir'dir. Bu zat misafire ikramı, fukaraya yardımı ve
dervişlere hürmeti ile ün salmıştır. Molla Bekir'in oğlu Osman Efendi İbrahim
Hakkı Hz. lerinin babasıdır. Osman Efendi 1664'de Şeyhoğlu Dede Mahmut'un kızı
Hanife Hanım ile evlenmiş ve 18 Mayıs 1703'te İbrahim Hakkı dünyaya
gelmiştir.babası Osman efendi hayatının bir bölümünü bütün açıklığı ve
içtenliği ile ve yerli ağızla bir deftere yazmıştır. İbrahim Hakkı'nın ailesi
ve yetiştiği çevrenin özelliklerini samimi bir biçimde yansıtması bakıından bu defter üzerinde durulmaya değer.
Yirmi yaşına kadar,sarf,nahif,fıkıh ve feraiz okuyan Osman Efendi,derviş adı
ile şöhret yapmıştır. Son derece duygulu ve bilgiye susamış bir
zattır.Defterinde 1698 yılında bir maraza mağlup oldum ki, tabirimümkün
değil,hatta galabe edende kelamı kadir olamazdım diye başlıyor ve sıkıntılı ruh
hallerini ve bunların belirtilerini çok tatlı ve son derece mütevazi bir
şekilde anlatıyor. İbrahim Hakkı'nın doğumuna çok sevinmekle beraber
sıkıntıları geçmiyor. Babası öldükten sonra kendisine düşen malları yakınlarına
bırakıp seyahate çıkmak istiyor. Defterinde Karındaşlarım cevap ettiler ki,"Sen hiçbir şeye karışma, hemen var ders al
gel evde otur. Eğer bir konuk gelirse mukayet ol. Yoksa kendi okuyup yazmanda
ol." Ailenin bu davranışı çok ilginç, aynı imkânı ilerde İbrahim Hakkı'ya
da tanıyacaklardır. Osman Efendi Erzurum'a göçüyor, İbrahim Hakkı iki
yaşındadır. Erzurum'da Habib Efendi ve Eyüp Efendi isimlerindeki zatlarla
tanışıyor, aralarında dostluk doğuyor, birlikte tasavvufa ait kitaplar
kuyorlar. Osman Efendi'nin defterinde o devir Erzurum uleması arasındaki örnek
bir dostluk ve bilgi alışverişini izleyebiliyoruz.
Bu sırada zannederim İbrahim Hakkı'nın dehasını ilk defa Eyüp
Efendi'nin Hanımı keşfediyor. Eyüp Efendi Osman Efendi'ye İbrahim anası ile
bize gelmiş, çok methediyorlar, getir bir göreyim, diyor. Bu ara Osman Efendi,
oğlu için O kadar zekâvatı var idi ki, 4.5 yaşında iki ay okuttum. "Büyük
Hel Ata'ya çıktı. Cümle ezbere okudu.
Beş kere yüzüne okurdu bakardın ki, ezberlemiş. O kadar arzusu vardı
ki, çok kere onu unutur, durmayıp dinlenmeyip okurdu. Bazı kere ben naz ederdim
ki okutmam, gelip elimi öpüp beni okut diye rica ederdi." diyor.
Baba da oğul da okumaya meraklı. Erzurum bir geçit şehri, şarktan
İstanbul'a giden bilginler orada bir süre konaklıyor. 1707'de de Özbekli bir
şeyh geliyor. Osman Efendi defterinde Özbekli'nin nasihatında o kadar nas
olurdu ki, yer bulmak ne mümkün. Meğer bir saat önce varaydın ki, camiye yer
bulaydın diyor. Osman Efendi Özbekli ile bir hayli dostluk kuruyor ve
sıkıntıları biraz hafiflemiş olmalı ki, defterinin burasında "iki aydır
ki, bu azaplardan biraz emniyetim var. Anın için zikriayıp olan bu yüzümün
karasını yazmaya devam ederim ki inşallah ifakat memul Bu zalim nefis unutmasın.
Bile ki, bu halin sahibi idim, ölüler de dirilirmiş." Bana öyle geliyor
ki, bu satırlar daha sonra İbrahim Hakkı'da;
Naçak kalacak yerde
Nagâh açar ol perde
Derman olur ol derde
Mevla görelim neyler
Neylerse güzel eyler
şeklinde şiirleşecektir.
Osman Efendi "Eğer bir kâmile mukarin olursam bu marazlardan
halas, nice nimet ve devletlere nail olurum." diye düşünüyor. Karısına onu
serbest bırakıp seyahate çıkmak ist ediğini söylüyor, İbrahim Hakkı'nın annesi
son derece sabırlı ve zarif bir kadın Talak neden hatıra gelir, ömrüm varken
eğer burda eğer başka nerde olursan ol ancak adın üzerimde olsun diyor. Osman
Efendi arkadaşı Eyüp Efendi ile birlikte yol hazırlığına başlıyor. 1709 İbrahim
Hakkı'nın sevgili annesi ölüyor ve bir yıl sonra babası yola çıkıyor. Büyük bir
kalabalık onları uğurluyor. İbrahim Hakkı 7 yaşında. Osman Efendi defterinde Bu
firkatte iken masumu pek nuri didem İbrahim'i at bırakıp nas başına yığıldı. O
halde iken terk edip firar eyledim. Yol boyunca gör ağlamayı, yumrusunca yaş
döktüm. Cizre'ye giderken Siirt Kurbunda, Tillo nam karyede Şeyh İsmail namında
bir azize misafir olduk, diyor. Evet Tillo Siirt ilimizin bir köyü ve orada,
daha sonra İbrahim Hakkı'nın da Şeyhi olan İsmail Fakirullah var. ,İsmail
Fakirullah'ın büyüklüğünü ilk defa Eyüp Efendi teslim ediyor. Osman Efendi'ye
kendisinin anlatımı ile Benim Kâbem bu imiş ben böylece t eslimim. Sen var ha
fırlan ha fırlan. Fakat Osman Efendi de kalıyor. O zamana kadar sıkıntılarını
ve özellikle rüyalarını uzun uzun yazan Osman Efendi Amma baktım ki bu
devletlinin indinde rüya bir şey değil, hüsnü ihtiyarımla sakin olup rüyaya
rağbet edip yazmanın terkini murad edip feragat eyledim diyor ve defter bitiyor.
Bir yıl sonra amcası İbrahim Hakkı'yı Tillo'ya getiriyor. Tillo'daki ilk
karşılaşmayı anlatırken Marifetname'de Şeyhin yüzü bana babamdan daha biliş ve
tanış geldi diyor. Osman Efendi Tillo'da oğlunu şefkat ve sevgi ile terbiye ediyor
ve birlikte kaldıkları hücre İbrahim Hakkı'nın aynı zamanda ilkokulu oluyor.
1720, İbrahim Hakkı 17 yaşında, babası vefat ediyor. Marifetnamesinde
öyle feryadü figan edecektim ki rah-ı hücreyi ref edip sedayı eminim semaya gidecekti.
Fakat şeyhinin ona bir tebessümle bakması ve taziye vermesinden sonra Oldemde
benim derun-u sinemde yüreyim süratle titreyip hüznü elem gidip yerine sürur ve
lezzet dolmuştur diyor, İbrahim Hakkı babasının ölümünden sonra Erzurum'a dönüyor.
Amcaları, babasına söyledikleri gibi ona da Sen hemen var ders al otur, hiç bir
işe karışma demişlerdir.Erzurum'da amcası Molla Muhammet'le oturur ve sekiz yıl
geceli gündüzlü okur. Tahsilinihangi medreselerde yaptığı hakkında kesin bir
bilgimiz yoktur.
Okuma imkânları bakımından Erzurum'u tercih ettiği anlaşılan İbrahim
Hakkı'nın gönlü Tillo'dadır.1727 tarihli bir temessükde görülen sekiz köşeli
mühründe İsmail Fakirullah'ın ismi vardır. Kitaplarından elbyazması olanlarında
ve mektuplarından çoğunda bu mühürü kullanmıştır. Amcası öldükten sonra İbrahim
Hakkı, Tillo'ya dönmüş ve şeyhinden onu Fena Fillah tarikatına süluk
ettirmesini istemiştir. Tarikata nasıl süluk ettiğini ve ilkelerini ilk eseri
olan "Süluk-u Tarik-ül Fena" adlı Arapça bir risalede açıklar.Bu tarikatın
uzun uzun zikirleri, ayinleri, müritleri, tekkesi yoktur. Altı ilkesi vardır:
Zühüt, Gönül, Tefviz, Teslim-ü rıza, Mürekabe ve Sabır.İbrahim Hakkı hemen her
eserinde bu ilkeleri açıklar.
Tillo'ya bu gidişinde 7 sene kalmıştır. Şeyhi ölünce Erzurum'a dönmüş,
yukarı Habibefendi Camii'ne imam ve hatip olmuştur. 33 yaşındadır, Firdevs isminde
güzel bir kadınla evlenmiştir. 1738'de ilk defa Hacca gitmiştir. Dönüşünde, Büyük
Türk ve islam Şairleri'nin Farsça seçme şiirlerini Lübb-ül Kutup başlığı altında
2 seri 7 ciltte toplamıştır. 1742'de zengin bir ailenin kızı olan Fatime ile
evlenmiştir, İbrahim Hakkı doğduğu yer olan Hasankale'yi çok sever, orada 3
kattaki saçaklı ve çıkmalı odasına ayvan denen ve yakın tarihlere kadar kalmış olan
bir güzel ev yaptırmıştır. Burada da Belkıs ve Züleyha ile evlenmiştir.
İbrahim Hakkı 1747'de istanbul'a gelmiştir, buradan dört hanımı için
ayrı ayrı yazılmış mektupları vardır. Bumektuplarında her birine ayrı ayrı
iltifat eder, onları nasıl sevdiğini ve düşündüğünü anlatır. Bu mektuplarından birinde
"Gönlünüz her ne meyve isterse şehirden getirtiniz, meyvesiz kalmayınız. Haftada
iki kere çaylara bahçelere çıkınız, hapsolmayasınız, rahat olasınız" demektedir.
Bir mektubunu bitirirken de "Benim size o kadar çok sözlerim vardır
ki bir ay yazsam tükenmez. Ben ise şimdi kitap hazinesinden kitaplar alıp tatlı
sözler yazsam gerek. Ta gelinceye değin, İnşallah bir kitap yazıp kendime
armağan getirmek muradetmişimdir, kolay gele." demektedir, İstanbul kütüphanelerinde
birbhayli çalışmış olsa gerek.
Erzurum'a döndüğünde ufak tefek kalem denemeleri yapar. 1750 bir
Tecvit yazmış, "Erzurum Şehri'nde şöhret bulup nefii-ânı olsun için Türkçe
söylemişiz." demiştir. Bu sırada ilk Türkçe manzum eserini Tertip-ül-Ulum'u
yazmış ve ilk defa Hakkı mahlasını kullanmıştır.
1753'te de bir ruzname yapmıştır. Yine bu yıllarda 5 büyük eserinden ilki
olan divanını yazmıştır. 1755 ikinci defa İstanbul seyahati. O yıl Erzurum Gömrükçüsü
Sadullah Ağa'yı gömrük hesapları için İstanbul'a çağırmışlardır. O da İbrahim
Hakkı'nın arkadaşlığını rica etmiştir, İbrahim Hakkı'nın bu seyahatine dair
halk arasında hikayeler söylenir, belli ki artık tanınmaya başlanmıştır. Bir
hikaye şöyle: Gömrükçü Sadullağ Ağa Istanbula bir at yükü kıymetli hediyeler götürüyormuş,
İbrahim Hakkı bunu görünce Senin hesabından korkun varsa bu ağır armağanların
arkadaşlığı sana elverir, benim buradan geri dönmem gerekir demiş. Gömrükçü,
bunu hesap korkuşu ile değil, adet olduğu için götürdüğünü söylemişse de
hoşgörülmediğini anlayınca atı geri çevirmiştir.
Bir hikaye de şöyle: Yolda bir kahvede konaklamışlar. Kahveci çok
hizmet etmiş, iyi bir insan gibi görünüyormuş. İbrahim Hakkı'nin
"Kıyafetname" isimli eserinde tarif ettiği Fizyonomi-huy ilişkisinde
hiç uymuyormuş bu adam.Gece düşündükçe uykusu kaçmış üstadın. Sabahleyin ordan ayrılırken
kahveci akla hayale gelmeyen bir ücret istiyor, gömrükçü direndikçe
aksileşiyormuş. İbrahim Hakkı "Ver ağa ne istiyorsa ver, bu adam az daha
bana eserimi yaktıracaktı." demiş.
Bu 2. istanbul seyahatinde de ibrahim Hakkı'nin İstanbul'dan Erzurum'a
gönderdiği mektupları vardır. Yine hanımlarına ayrı ayrı iltifat etmiş, hatır sormuştur.
Büyük oğlu ismail Fehmi'ye yazdığı mektuplardan oğulları için çok saygılı
davrandığım anlıyoruz. Ayrıca çocuklarının terbiyesi ile ne derece ilgili bir
baba olduğunu yine bu mektuplarda takib edebiliyoruz. Küçük oğlu için Ve Nedim
Efendi "Bilikli okur mi? eline taş ve ağaç almasın kimsenin hatırına
değmesin, hayvanları dövmesin, namaz kılsın." diyor.
İstanbul dönüşü Hasankale'ye çekilir ve en büyük eseri olan
Marifetname'yi tamamlar, 1757 Ağustos ortalarıdır. Aynı yıl karısı Belkıs
Hanım'dan oğlu Muhammed Şakir dünyaya gelir, İbrahim Hakkı'nin Hasankaleli
torunları bu soydandır.
İki yıl sonra sarışın aslan diye sevdiği mektupta adı geçen oğlu Osman
Nedim'i kaybeder. Fakat çalışmalarına ara vermez, peşpeşe büyük eserlerini yazar.
1761'de irfaniye'yi tamamlar. 1763'de insaniye'yi hazırlar ve 3. defa Tillo'ya
giderek orada tamamlar. Tillo'da ismail Fakirullah'ın oğlu Musafa Fani O'nu çok
iyi karşılar ve kızkardeşi Fatime Azize ile evlendirir. Bu hanımından olan kızı
Hanife, İbrahim Hakkı'nın Tillo'lu torunlarının annesidir. Bu sırada Erzurum'daki
zevcelerinden Zeliha vefat etmiştir, İbrahim Hakkı kayın biraderi Mustafa Fani
ile 2. defa Hacca gider. Dönüşünde büyük oğlu ismail Fehmi de Tillo'ya gelmiştir,
İbrahim Hakkı 5. büyük eseri Mecmuat-ül Maani'yi tamamlar. Bu sırada Şeyhi
ismail Fakirullah'a casdan kubbeli bir türbe yaptırmıştır. Türbenin doğuya bakan
bir penceresi vardır. Bunun doğu tarafına bir kule ve pencere, daha ilerde kaleye
benzer bir yapı ve ona bir pencere koydurmuştur. Kale bir uçurumla sonlanır. Tillolular
buna Kal'at'ül Üstat diyorlar. Bütün bu yapılar öyle ayarlanmış ki her yıl 22
Mart günü güneşin ilk ışınları Kale ve Kulenin pencerelerinden geçtikten sonra
türbenin penceresinden geçerek Şeyh'in mezarını aydınlatıyor. Her yıl o gün
Tillo'lular bu olayı seyretmeye giderlermiş. Fakat bir onarılmadan sonra hesaptaki
inceliklere uyulmamış, bu gün bu olayı izlemek imkanı ortadan kalkmıştır.
İbrahim Hakkı Tillo'da ders okutmaktadır. Mustafa Fani ile 55 kitap
okuduklarını isimleri ile kaydetmiştir. Derslerinde deneyler de yapmaktadır. Bu
derslerinde kullandığı özel bir arabaya yerleştirilmiş ağaçtan bir küresi yakın
tarihlere kadar kalmıştır. Tatil günlerini de Kalat-ül-Üstad'm bulunduğu tepede
talebeleri ile beraber geçirmektedir. Yine böyle ertesi gün oraya gitmeyi kararlaştırdıkları
bir günde Erzurum'dan oğlu Ahmet Naimi'nin ölüm haberi gelmiştir. Bir babanın
duyabileceği en büyük acı. Fakat İbrahim Hakkı pozitif ilimlerdeki uygulamasında
olduğu gibi çok iyi bildiği manevi ilimlerdeki ilkelerine de aynı sadakatle
uyduğunu ispatlarcasına bu acıyı sabırla karşılamış, kimseye bir şey hissettirmemiş
ancak gezi dönüşü ellerini kaldırarak, "Oğlum Ahmet Naimi"nin ruhuna
Fatiha" demiştir.
Burada günümüzde yaşanmış bir olaya değinmeden geçemeyeceğim, Ahmet
Naimi'nin ölümü ile babası İbrahim Hakkı'nın eşine bir daha rastlanamayacağına inandığım
bu davranışını torunu Mesih İbrahim hakkıoğlu'nda tekrar gördük. Sanırım günümüzde
bunu yapmak daha güçtü. Kendisinin deyimi ile "Ölümden de öte bir köyde"
iken varlığı, bir aile büyüğü olarak etrafına sükunet ve şefkat dağıtıyordu İbrahim
Hakkı'nın gerçek torunu.
Yıl 1768, Erzurum Müftüsü Şeyh Mustafa ile 3. Kez Hacca gider. Şam'dan
Erzurum'a amcazadesi Yusuf Nesime yazdığı mektupta eserlerinin oralarda da
sevilip okunduğunu yazıyor. Dönüşte Erzurum'a gidiyor. Firdevs Hanım ölmüştür, İbrahim
Hakkı, kendisi Tillo'yu çok sevmekle beraber küçük oğlu Muhammet Şakir'in Hasankale'de
kalmasını ister. Kendisi Tillo'ya döner. Bundan sonra 5 ana eser dediği
kitaplarından 10 evlat eserini çıkarır. Bu arada üzücü bir olay da olur. Belli
ki Marifetname'deki yeni astronomomiye ait bölümler bazı çevrelerce iyi anlaşılmamış
iyi karşılanmamıştır. Buna karşılık 1777'de tamamen islam Astronomisini anlatan
Heyet-ül islam'ı yazmış, bunu bir mektupla birlikte Erzurum'a Amcazadesi Yusuf
Nesim'e göndermiştir. Mektupta diyor ki, "Benim oğlum geçen yazmışdin ki
Efendi bir sır kitabı telif etmiş diye beni sıklet ederler şimdi de
"Urvet-ül islam" kitabını bu kaime ile değil ömür mektupla gösterip
diyesin ki işte Efendimizin Marifetnameden sonra tasnifi budur" diyor.
İbrahim Hakkı ertesi yıl karısı Azize yi kaybetmiş ve vasiyetnamesini yazmıştır.
Bu vasiyetname Tillo'daki toranlarındadır. Mallarını taksim etmiş, öldüğünde
şeyhinin türbesine değil Onun ayak tarafı evladı için kalsın diyerek babasının
mezarına yakın bir yere gömülmesini istemiştir. Vasiyetnamesinde, kitaplarından
bahis yoktur. Halbuki halen Tillolular'ın ellerindeki kitaplardan burada bir
kitaplığı olduğu anlaşılmaktadır.
İbrahim Hakkı ders okutmak şartı ile Erzurum'daki Abdurrahman Dede
Zaviyedarıdır. Son yıllar bu laviyeye ait bir ihtilaf çıkmış, zaviyenin sınırlarım
gösteren belgeyi oğlu Erzurum'da bulamayınca mektupla kendisine sormuştur, İbrahim
Hakkı cevabında "Biz ayın yüz yetmiş (1747 oluyor) tarihinde asıl
defterden yazmıştık kitapların arasında olmak gerek. Hatırımda kalan budur
ki" diyor ve 32 yıl önce İstanbul Tapu Dairesinden çıkarttığı kayıtları
yazıyor ki 77 yaşındaki İbrahim Hakkı'nın hafıza gücünü göstermesi bakımından
çok ilginç.
Erzurum'da bu Zaviye işi yoluna girerken Tillo'dan Mustafa Fani'nin Yusuf
Nesime yazdığı mektup geliyor. Mustafa Fani selam ve saygıdan sonra "Biz Tanrı'nın
rızasını almak için yaratılmışız ve ancak O'na döneceğiz.
Biliniz ki: Dostumuz ve kardeşimiz, Cemaziye 1 ahirin 19 Perşembe günü
saat 9'u 15 gece (22 Haziran saat 17 oluyor) vefat etti.Hastalığı bir gün bir
gece sürdü. Yüce kubbede Fakirullah'ın ruhuna komşu olan mezara gömüldü.
"
1Temmuz1780''
Mustafa Fani, İbrahim Hakkı'nın ölümünü hatıra defterine de
kaydetmiştir, tarih aynıdır.
2 Mart 2014 Pazar
ÇÖĞENDER İMAMI HACI SALİH EFENDİ
HACI SALİH (BİLGİN) EFENDİ
Hacı Salih Efendi,1898 yılında Trabzon'un Çaykara ilçesine bağlı Akdoğan (yukarı Hopşara) köyünde doğmuştur.Babası Trabzon eşrafından Hanecizade Hacı Şerif Efendi'dir.İlk tahsilini dedesi Hacı İbrahim Efendi'den almıştır.Kur'an-ı Kerim,Sarf ve Nahiv öğrenmiştir.Kaside-i Bürde'den icazetini almıştır.
Babası ile yurdun birçok köşesinde kalmış, Arapça öğrenimini ilerletmiştir.İlim ve irfan sahibi olan babası Hacı Şerif Efendi'den de ders alımıştır.Daha sonra meşhur Tayyip Zühtü Efendi'nin rahle-i tedrisine intisab etmiştir.Bu sırada imamlık görevini üstlenmiştir.Tasavvuf konusunda bilgilerini Hacı Ferşat Efendi'den almış, manevi kemal kazanmıştır.
İlim ve irfan deryasında kendini bulan Hacı Salih Efendi,
1940'lı yıllarda Hasankale'nin Çögerder Köyü'ne yerleşerek imamlık görevine başlayan Hacı Salih Efendi, bir taraftan da,ulemadan Alvarlı Muhammed Lütfi Efendi ile uzun yıllar irşad çalışmalarında bulunmuştur.Çögender Köyü'nde kırk yıl imamlık vasifesiyle bulunan Havı Salih Efendi,imamlıktan ayrıldıktan sonra da tekkesine çekilmiş ve irşad faliyetlerine devam etmiştir.Daha sonra İstanbul'a yerleşen Salih Efendi,burada da onbeş yıla yakın bir süre ilimle meşkul olmuş, etrafını irşad etmekten de geri durmamıştır.
3 Şubat 1991 yılında ahirete intikal eden Hacı Salih Efendi'nin naaşı önce Erzurum Esat Paşa Kabristanı' na, bilahare Çögender Köyü girişinde hasırlanan türbesine defnedillmiştir.
Bayram o bayram olur
Hâce Muhammed Lutfi Efendi
Mevlâ bizi afvede
Gör ne güzel iyd olur
Cürm ü hatalar gide
Bayram o bayram olur
Merhâmet ede Rahim
Dermânı vere Hâkim
Lutfede lutf-i Kadim
Bayram o bayram olur
Feyz-i mahabbet-i Hakk
Nur-i Hidâyet siyak
Cennet-i a'lâ durak
Bayram o bayram olur
Hakkı'ı seven dil ü cân
Aşkı ede heyecân
Feth ola bâb-ı cinân
Bayram o bayram olur
Bahr-ı keremden Hudâ
Gark ede nur-i hüdâ
Afv ola bây u gedâ
Bayram o bayram olur
Ganiler ede kerem
Ref ola derd-i verem
Sahi ola muhterem
Bayram o bayram olur
Hakk'ı seven merd-i şir
Kalbi olur müstenir
Allah ola destigir
Bayram o bayram olur
Merhametin kânıdır
Afv u kerem şânıdır
Hep anın ihsânıdır
Bayram o bayram olur
El tuta kitâbını
Dİl tuta hitâbını
Can tuta şitâbını
Bayram o bayram olur
Mevlâyı candan seven
Rızâ-yı Hakk'a even
Lutf-i Hudâ'ya güven
Bayram o bayram olur
Nur-i hidâyet dola
Dilde hidâyet bula
Nâsırın Allah ola
Bayram o bayram olur
Tevhid ede zevk ile
Hakk'ı seve şevk ile
Tasdik inerse dile
Bayram o bayram olur
Dildeki Rahman olur
Derdlere dermân olur
Azâde fermân olur
Bayram o bayram olur
Lutfi'ye lutf u kerem
Dâhil-i bab-ı harem
Daima Allah direm
Bayram o bayram olur
Gör ne güzel iyd olur
Cürm ü hatalar gide
Bayram o bayram olur
Merhâmet ede Rahim
Dermânı vere Hâkim
Lutfede lutf-i Kadim
Bayram o bayram olur
Feyz-i mahabbet-i Hakk
Nur-i Hidâyet siyak
Cennet-i a'lâ durak
Bayram o bayram olur
Hakkı'ı seven dil ü cân
Aşkı ede heyecân
Feth ola bâb-ı cinân
Bayram o bayram olur
Bahr-ı keremden Hudâ
Gark ede nur-i hüdâ
Afv ola bây u gedâ
Bayram o bayram olur
Ganiler ede kerem
Ref ola derd-i verem
Sahi ola muhterem
Bayram o bayram olur
Hakk'ı seven merd-i şir
Kalbi olur müstenir
Allah ola destigir
Bayram o bayram olur
Merhametin kânıdır
Afv u kerem şânıdır
Hep anın ihsânıdır
Bayram o bayram olur
El tuta kitâbını
Dİl tuta hitâbını
Can tuta şitâbını
Bayram o bayram olur
Mevlâyı candan seven
Rızâ-yı Hakk'a even
Lutf-i Hudâ'ya güven
Bayram o bayram olur
Nur-i hidâyet dola
Dilde hidâyet bula
Nâsırın Allah ola
Bayram o bayram olur
Tevhid ede zevk ile
Hakk'ı seve şevk ile
Tasdik inerse dile
Bayram o bayram olur
Dildeki Rahman olur
Derdlere dermân olur
Azâde fermân olur
Bayram o bayram olur
Lutfi'ye lutf u kerem
Dâhil-i bab-ı harem
Daima Allah direm
Bayram o bayram olur
Mevlâ'ya emanet olsun Erzurum.
Hâce Muhammed Lutfi Efendi
Erzurum kilidi mülki mülk-i İslamın
Mevlaya emant olsun Erzurum
Erzurum derbendi ehl-i imanın
Mevlâ'ya emanet olsun Erzurum.
Gayet şecâ'atli erler var idi
Nisâsi ricâli hayâdar idi
Edebli arkânlı bir diyâr idi
Mevlâ'ya emanet olsun Erzurum
Göl yerinde elbet sular bulunur
Yine vardır detü ümid olunur
Yine buğün bin bahaya alınır
Mevlâ'ya emanet olsun Erzurum
Hamdü-lillah metin İslâları var
Fakire za'ife ihsanları var
Külbe-i gönülde imanları var
Mevlâ'ya emanet olsun Erzurum
Hayrat hasenatlı erleri vardır
Hayr u bereketli güzel diyârdır
Seyretsen âlemi bu âşikârdır
Mevlâ'ya emanet olsun Erzurum
Müşkil halleyleyen uleması var
Saha bahşeyleyen fuzalâsı var
Şöhret-şiâr yine küberâsı var
Mevlâ'ya emanet olsun Erzurum
Seherlerde müeziinler nidâsı
Halkalarda muvahhidler sedâsı
Ne güzeldir zikr-Ullah'ın edâsı
Mevlâ'ya emanet olsun Erzurum
Vâizleri kürsüleri bezetmiş
Cândan geçmiş emr-Ullah'ı gözetmiş
Allah içün sohbetini uzatmış
Mevlâ'ya emanet olsun Erzurum
Ramazan'da bir âli-şân ederler
O şehr-i sıyâmı zi-şâh ederler
Fakirler gönlünü gülşen ederler
Mevlâ'ya emanet olsun Erzurum
Civânlar pirlere hürmet ederler
Duâsın alağa gayret ederler
Ramazan'da güzel hürmet ederler
Mevlâ'ya emanet olsun Erzurum
Rabb'im beldemize merhamet ede
Ahâlisi râh-i Mevlâ'ya gide
Enbiyâ evliyâ bir nimet ede
Mevlâ'ya emanet olsun Erzurum
Doğa kalbimize nür-i hidâyet
Sâbık ola sâbit ola sa'âdet
Ol zeman bulunur baki selamet
Mevlâ'ya emanet olsun Erzurum
Binlerce bin medfun evliyası var
Zâfir bâtın nice asfiyâsı var
Feyz ü berekât-i Kibriyâ'sı var
Mevlâ'ya emanet olsun Erzurum
Dilerem keremi Kerim'den elbet
Rabbim ede Erzurum'a merhamet
Halkeyleye Rabbim bir âli himmet
Mevlâ'ya emanet olsun Erzurum
İnsaf merhametle kalbimizi dola
Gettiğimiz tarik şeri'at ola
Kalbimiz envâr-ı ma'rifet dola
Mevlâ'ya emanet olsun Erzurum
Bir kul günâhına tevbe ederse
Sadıkane o dergaha giderse
Afvolur günahı her ne kadarsa
Mevlâ'ya emanet olsun Erzurum
Dilerem daima kân-ı keremden
Kaldırmaya nur-i irfân didemden
Bizi halâs ede derd-i veremden
Mevlâ'ya emanet olsun Erzurum
Binbir hatim nur-ı arşı doldurmuş
Bela musibeti yerden kaldırmış
Düşmanları kahreylemiş öldürmüş
Mevlâ'ya emanet olsun Erzurum
Rabbim hıfzeyleye düşman şerrinden
Gazab göstermeye berr ü bahrinden
Hususa ki Erzurum'un şehrinden
Mevlâ'ya emanet olsun Erzurum
Kalblerine dolsun feyz-i Rabbâni
Ahâlisi bulsun rahm-i Rahmâni
Lutfi Erzurum'dan gördün İhsânı
Mevlâ'ya emanet olsun Erzurum
Erzurum kilidi mülki mülk-i İslamın
Mevlaya emant olsun Erzurum
Erzurum derbendi ehl-i imanın
Mevlâ'ya emanet olsun Erzurum.
Gayet şecâ'atli erler var idi
Nisâsi ricâli hayâdar idi
Edebli arkânlı bir diyâr idi
Mevlâ'ya emanet olsun Erzurum
Göl yerinde elbet sular bulunur
Yine vardır detü ümid olunur
Yine buğün bin bahaya alınır
Mevlâ'ya emanet olsun Erzurum
Hamdü-lillah metin İslâları var
Fakire za'ife ihsanları var
Külbe-i gönülde imanları var
Mevlâ'ya emanet olsun Erzurum
Hayrat hasenatlı erleri vardır
Hayr u bereketli güzel diyârdır
Seyretsen âlemi bu âşikârdır
Mevlâ'ya emanet olsun Erzurum
Müşkil halleyleyen uleması var
Saha bahşeyleyen fuzalâsı var
Şöhret-şiâr yine küberâsı var
Mevlâ'ya emanet olsun Erzurum
Seherlerde müeziinler nidâsı
Halkalarda muvahhidler sedâsı
Ne güzeldir zikr-Ullah'ın edâsı
Mevlâ'ya emanet olsun Erzurum
Vâizleri kürsüleri bezetmiş
Cândan geçmiş emr-Ullah'ı gözetmiş
Allah içün sohbetini uzatmış
Mevlâ'ya emanet olsun Erzurum
Ramazan'da bir âli-şân ederler
O şehr-i sıyâmı zi-şâh ederler
Fakirler gönlünü gülşen ederler
Mevlâ'ya emanet olsun Erzurum
Civânlar pirlere hürmet ederler
Duâsın alağa gayret ederler
Ramazan'da güzel hürmet ederler
Mevlâ'ya emanet olsun Erzurum
Rabb'im beldemize merhamet ede
Ahâlisi râh-i Mevlâ'ya gide
Enbiyâ evliyâ bir nimet ede
Mevlâ'ya emanet olsun Erzurum
Doğa kalbimize nür-i hidâyet
Sâbık ola sâbit ola sa'âdet
Ol zeman bulunur baki selamet
Mevlâ'ya emanet olsun Erzurum
Binlerce bin medfun evliyası var
Zâfir bâtın nice asfiyâsı var
Feyz ü berekât-i Kibriyâ'sı var
Mevlâ'ya emanet olsun Erzurum
Dilerem keremi Kerim'den elbet
Rabbim ede Erzurum'a merhamet
Halkeyleye Rabbim bir âli himmet
Mevlâ'ya emanet olsun Erzurum
İnsaf merhametle kalbimizi dola
Gettiğimiz tarik şeri'at ola
Kalbimiz envâr-ı ma'rifet dola
Mevlâ'ya emanet olsun Erzurum
Bir kul günâhına tevbe ederse
Sadıkane o dergaha giderse
Afvolur günahı her ne kadarsa
Mevlâ'ya emanet olsun Erzurum
Dilerem daima kân-ı keremden
Kaldırmaya nur-i irfân didemden
Bizi halâs ede derd-i veremden
Mevlâ'ya emanet olsun Erzurum
Binbir hatim nur-ı arşı doldurmuş
Bela musibeti yerden kaldırmış
Düşmanları kahreylemiş öldürmüş
Mevlâ'ya emanet olsun Erzurum
Rabbim hıfzeyleye düşman şerrinden
Gazab göstermeye berr ü bahrinden
Hususa ki Erzurum'un şehrinden
Mevlâ'ya emanet olsun Erzurum
Kalblerine dolsun feyz-i Rabbâni
Ahâlisi bulsun rahm-i Rahmâni
Lutfi Erzurum'dan gördün İhsânı
Mevlâ'ya emanet olsun Erzurum
ALVAR İMAMI HACI MUHAMMED LÜTFİ EFENDİ (1869-1956)
Serhat şehri kahraman Erzurum; bütün tarih boyunca çok büyük adamlar yetiştirmiştir.
Buradan bir çok müderris, hadisçi, tefsirci, şair,edip, mutasavvıf, fıkıh adamı ve ulemalar adlarının başına "Erzurumlu" sıfatını takarak isimlerini dünyaya duyurmuşlar ve Erzurum üzerinde "îz" bırakmışlardır.
Mısır Hükümdarlarına Türkçe Ders veren büyük alim Erzurumlu Mustafa Darir'in Siyer-i Nebevisi açık Türkçesiyle bir dil âbidesi gibi önümüzde yükseliyor.
İşte bunlardan birisi de Alvar imamı ismiyle maruf Hacı Muhammed Lütfi Efendi'dir.
Muhammet Lütfî Efendi'nin eseri olan "Hülâsatül Hakayık" Hacı Seyfettin Mazlumoğlu tarafından bastırılarak yayınlanmıştır.
Bu kitabın 503. ncü sayfasında Muhammet Lütfi Efendi'nin özgeçmişi şöyle yazılmıştır.
Bu zât, yukarıda zikrettiğimiz vech üzre HÂCE HÜSEYİN EFENDÎ'den olma ve SEYYÎDE HADÎCE HANIM'dan doğma. 1285 hicri tarihinde mezkur KINDIĞI KÖYÜ'nde kadem-nihade-i alem-i dünya olmuştur. TahsiliNİ, pederleri HÂCE HÜSEYİN EFENDİ'den tamamlayarak mücazen 1307'de Hasankale'nin SİVASLI CAMÎİ'ne imam olarak ta'yin edilmiş ve bu cami-i şerifde, imameti müddeti içerisinde hass u ammın, ulema vefudalânın takdirine mazhar olmuştur. 1307'de pederleriyle beraber ŞEHR-Î BÎTLÎS’e giderek HACE PÎR-Î KÜFREVÎ HAZRETLERİ'nin nazar-ı kudsilerinde erba'in-keş olmuş ve riyâzet eserleri kendisini ahlak-ı be-şeriyyesinden ahlâk-ı ruhaniyyete ve sıfat-ı melekiyete tahvili ile bir insan-ı kâmil olduğunu herkes takdir etmiştir.B'il-vesile Hâcc Muhammed Pir-i Küfrevi Hazretleri'nin mümtaz bir halifesi olarak mücâzen, pederleriyle Hasankale'ye avdet etmiştir.
Bir müddet vazife-yi lafzi ve ma'nevisini kemâliyle ifa etmiş... Erzurum'un DÎNARKOM KÖYÜ'ne nakletmiş ve orada Birinci Cihan Harbi'ne kadar imrâr-ı hayat etmiş ve Erzurum'u Ruslar istila ederken pederleriyle birlikte nefsi, Erzurum'a hicret etmiştir. Pederlerini, Erzurum'lu Hacı Receb Efendi isimli zatın evinde bırakarak kendisi, imametlik vazifesini deruhte etmek için Tercan'ın YAVÎ NAHÎYESÎ'ne gitmiştir. Rusların istilası müddetince orada kalmış; Ermeniler'in katliama başlaması üzerine, köyden ve diğer köylerden topladığı altmış kadar çete halindeki bir müfreze ile Ruslar'ın karargâh deposu olan köye, o gün Ermeni topluluğunun da burada bulunuşu dolayısıyle taarruz etmiş. Böylece, Ermeniler püskürtülmüş ve kendileri müfrezesiyle birlikte OYUKLÜ KÖYÜ'nün yanıbaşında Ruslar'ın yığdığı kıyas kabul etmez bir depoyu teslim almış ve Ermeniler'i takip etmek üzre kararlı olduğu halde ma'al-esef o deponun yağmasına dalan müfrezeye ve etraf köylülere sesini işittirmeğe ve müfrezesini o yağmadan ayırmağa muvaffak olamamış; iki kişi ile Ermenileri takip eder gibi yavaş yavaş Haydar Boğazındaki Zergideler Köyü'nde Türk ordusuna iltihak ederek ordu ile birlikte gün ışırken Erzurum'a girmiş ve hemen pederlerinin yanına koşmuş. Pederlerim kana bulanmış ağır yaralı bir halde bulmuş ve o günün ikindisine kadar pederleriyle meşgul olmuş. Akşama doğru vefat eden pederlerini Kavak Kapışı Kabristanı'na defnetmiştir.
Bilahere vazifesini Yavi Nahiyesi'nden anavatanı olan Hasankale'ye nakletmiş ve kendisine Hasankale Müftülüğü teklif edilmiş ise de kabul etmemiş; Hasankale'ye bir saat kadar uzak mesafede olan ALVAR KÖYÜ Halkı'nın istirhamı üzerine Alvar Köyü'ne giderek bu köyde yirmi dört sene vazife yapmıştır. 1939... prostat hastalığından bera-i tedavi Erzurum'a gitmiş ve Erzurum'da Topçuoğlu Mustafa Efendinin evinde altmış dört gün süren hastalığı neticesi, kendisinin bir dahi köye dönemeyeceğini ve "hekimli bir yerde yaşayabileceği" mülahazasıyla Alvar Köyü halkından özür dileyerek ve köy halkından memnuniyetini belirterek istizan etmiş; Erzurum'un Mehdi Efendi Mahallesi'nde müsteciren bir evde ikâmet ederek onaltı sene insanlığa ve İslamiyete hizmet etmiştir. 12.3.1956 tarihinde irtihal-i dar-ı beka ile muvakkat hayata gözlerini yummuş, ebedi bir hayata intikal etmiş ve naş-ı şerifi nefsi, Erzurum'dan iştirak eden cemmi-i gafir ile Alvar Köyü'nde pederleri Hüseyin Efendi yanında defnedilmek üzre götürülmüştür.
Bu zatın müddet-i hayatında peşpeşe vefat eden aileleri beş tane olup ikinci ailesi Esma Hanım'dan mütevellit bir oğlunu terk etmiştir.
Bu zat, şu doksan sene ömrü hayatı içinde, taşı taşın üstüne koymamış bir ev sahibi olmayı daha hatırlamamış, dünya metaı ve malına malik olmayı hiç arzu etmemiş. Gayet temiz elbise giyer, mu'tedilen her hareketi vakur, müstağni...Dünyası ve geçimi hatırası için bay-geda hiç kimseye göz ucu ile veya ima ile dahi olsa tenezzül etmemiş ve dar-ı maişetin! temin etmek üzre hiç kimseden ufacık bir yardım hatırından bile geçmemiş. Her zaman için ve hergün sofrasında müteaddit insanlara ikram etmek üzre misafir-perverliğini her şahıs hayretle takdir ederdi.
Hatırdan geçebilir ki: "Acaba bu zat, hangi bir va-sıta ile bu ümmet-i Muhammed'in bay, geda, alim, fazıl, kamil insanlarını ve fukara-yı müslimini ikram u ihsanlarıyla memnun etmek üzre, Türkiye'nin her tarafından minnettarlık ve teşekkürle anılmış oluyor?"
Evet, ümmet-i Muhammed'in kendisine hürmet-i mahsuseleri var idi. Son zamanlarında kendisine niyaz ve istirhamla hediye edilen neler ise, yerli yerince mahallini keşfederek bir emaneti yerine tevdi etmek üzre ulaştırır idi. Bu meyanda gıdavi her hangi hediyeleri misafirlerine ikram eder ve kendilerine dua ederek ikramını minnet bilir, kemal-i iltifatla misafirlerim yolcu ederdi. Ve hatta şunu da kasemle ilave edeyim ki, yirmi iki yaşından doksan yaşına kadar yani altmış sekiz sene sofrasına misafırsiz el sunduğu ender görülmüş idi. Ancak bu zatın geliri, giderinden çok az olduğunu herkes hayretle karşılardı. Geliri, arz etmiş olduğumuz üzre köylerde yaşadığı müddet birkaç tane koyun, iki veya üç inek sağar, ortakçıya yirmi-otuz kile zahire ektirir... Köylünün de kendisine vazifesi mukabilinde verdiği elli-altmış kile zahire içinde idi. böyle olunca Cenab-ı Hakk'ın, insanları "az şey ile çok geniş geçindirir, çok şey ile çok dar geçindirir" olduğuna, çok zaman şahid olmuşuzdur.
Bu zat, sofrasına üç adama yeter yemek kor, on adamı kemaliyle doyurur ve biraz da artar idi. Kemal-i sehaveti o derece idi ki, etrafındaki mahremleri hatırlar idiler: "Bu zat yarın için hiç mi düşünmüyor, böylece de ikram ve ihsan olur mu?" Yalnız, kendisine ihtar etmeğe cesaret edemez idiler.
Şefkat ve merhametlerine gelince: Düşkünlere ve hastalara o derece merhametli idi ki, hiçbir ana ve baba evladına o derece şefkat ve merhamet edemez... Hatırları istila ederdi. Yanına gelen muzdariblerin izdıraplarına çareler aramak üzre maddi ve manevi onlarla beraber muzdarib olur ve çok kimseler yanından fariğ-ul-bal ızdırablarına çare ve dertlerine derman olunmuş halde salimen ayrılırlar idi.
Mürüvvet ve fütüvvetlerine gelince: Kendisini ziyarete gelenlere daima, "herkese hüsn-i zan etmeği, hiçbir kimseyi incitmemeği, hiçbir ferdi hor görmemeği ve alırken satarken insaflı, mürüvvetli olmayı" tavsiyeleriyle, müessir nasihat ve tenbihatlarıyla onları tenvir ve ikaz ederdi. Sarhoşları dahi huzuruna kabul eder; fasık, salih seçmez, herkesi menziline oturtturur ve herkese layıkı ile teveccüh ve taltifleriyle memnun ederdi. Ziyaretine gelen herhangi yolunu şaşırmış kimseler, tarik-ı müstakime gelmek üzre yanından ayrılır idiler. Müddet-i hayatında hiç kimseye taarruz etmemiş ve hiçbir ferdin kalbini kırmamış bir ÎNSAN-I KAMÎL idi.
Hulasa, ahlak-ı Muhammedi kendisinde tekamül etmiş bir rehber-i se'adet ve bir mümessil-i Peygamber olduğunu zamanesinin hass u ammı tasdik etmiş idi.
Huzurunda oturan insanlar vech-i mübarekesine bakmak üzre kendilerinden geçercesine hatırlarında Allah'u Azim-üş-şan'ın varlığından başka bir şey kalmaz... Kendilerini öyle bir yokluk içinde bulurlar idi ki; "Acaba biz de kendimizi bir insan mı sayıyoruz" diyerek kendilerini o kadar ihtiyaçlı görmeyi hisseder, yanından göz yaşlarıyla ayrılırlardı. Bu izdıraba düşenlerin çoğu bilginlerden, tahsil sahiplerinden ve kendisinde ilim ve ma'rifet olduğunu kabul eden insanlardan olur idi.
Sohbetinde daima Allah’u Azim-üş-şan'ın varlığından, Kur'an-ı Kerim'den, Hadis’-i Nebevi'den, ilm-i le-dünni mevzuatından bahseder ve nasihat eder, ölmüş gönülleri ihya eder ve emirlerine yani sohbetlerine herkes hayran olur, hüsn-i kabul ile, alim ve avam olsun bir kelime dahi olsa i'tiraz etmek değil hatırından şüphe dahi geçmez.. herkesin gönlüne safa, sadrına şifa bahşeder idi. Meclislerinde oturan ve ziyaretine gelen zairlerin gönlündekileri ve yahut kasdi veya maksadsız tuttukları niyetlerini, müşkil ve muammalarını hail ü fasletmek üzre müşkil-güşa sohbetleriyle her şahsın muşkillerini izah eden fevkalade bir kaşif-ül-kulub insan-ı kamil olduğunu tasdiken; ziyaretçilerin, yanından fevkalade memnuniyetle ve teslimeyetle ayrıldıklarını zamanın hass u ammı tasdik ve takdir etmektedir.
Bu zatın kemal-i faziletini ve hısal-i latifesini tamamen yazmak ve kemal-i ma'neviyesini ve derece-i ilm-i ledünniyesini tafsilatıyla neşretmek için bir kitap mütevakkıf olduğunu arzetmek üzre; bu, tafsilat-ı eserinde kemaliyle, izahen ve işareten bulunacağını tefekküren ve yakinen bildiğimiz için fazla izah ve tafsilatını icab eder görmeyip bu kadarla iktifa ettik.
Yine dönelim...Şöyle ki:
Bu zat 1947'de Hacc'a teşrif etmiş ve ma'iyyetinde onbir kişi arkadaşlarıyla Erzurum'dan Haleb'e kadar trenle ve Haleb'den ve Şam'dan Beyrut'a kadar otomobille ve Beyrut'tan Cidde'ye kadar gemi ile seyr ü sefer etmiştir. Cidde'den Paşazade Muhammed Selim Efendi'yi delil ittihaz ederek misafir olmuştur. Bu seferi yüz on gün olmak üzre yine aynı vasıtalarla ve aynı yollardan nefsi, Erzurum'a avdet etmiştir. Bu sefer-i mübarekesinde ondört gün Haleb'de ikameti, onbir gün Şam'da ikameti, üç gün Beyrut'da ikameti dolayısıyla bu memleketlerin ulema ve fudelası kendisini ziyaret ederek huzurunda, teslimen kemal-i edeble oturmuş ve kendisine ihtiyarsız "Maşa-Allah fe-tebarek-Allahü ah-sen-ül-Halikın" cümlesinden başka hiçbir şey konuşmaya kendilerinde bir varlık hissedememekle kendisinden dua ve himmetlerim istirham ederek niyaz-mendlik-le, kemal-i edeble ayrılmış olduklarım bütün Türkiye hacıları tasdik etmek üzre herkesi hayran etmiştir. Hicaz'da yani Mekke'de ve Medine'de vazife-i menasik-i hacc'ını yaparken Hucca-i Müslimin seyr ü temaşasına, bir levha-i mümessil-i peygamberi olduğuna herkes şahid olmuştur. Dillerde ve gönüllerde bırakmış olduğu mehabbetler, Huccac-i Müslimin'i bir heyecan içinde bırakır ve ellerini her makamda duaya kaldırırken, herhangi milletten olursa olsun göz yaşlarıyla kendisine valehü hayran olurlar idi. Seyr ü seferinde göstermiş olduğu hüsn ü ahlak, kerem ü seha, mürüvvet ve merhametleri herkesi ve bilhassa Mekke ve Medine halkını hayrette bıraktığını, el-an ve bu günkü hacca giden Türk hacıları, sırası geldikçe ve sözü açıldıkça göz yaşlarıyla ve hasretle daima konuşurlar. Bu seferinde göstermiş olduğu keşfü kerametleri yazmaktan hiç çekinmeyeceğiz. Lakin makamatını neşretmeye niyetli olduğumuz için, tarihçe-i hayatmda yazmayı lüzumlu görmedik.
İkinci haccı 1949 tarihinde, üçüncü haccı 1950 tarihinde... Yine bu sefer-i mübarekelerini yaparken Erzurum'dan İstanbul'a kadar trenle, İstanbul'dan Cidde ye uçakla seyr ü sefer etmiş, ikinci delili Ankavizade Ab-dülhamid Efendi olmuş, üçüncü delili Ankavizade Muhsin Efendi olmuş ve bu her iki seferinde de, yukarıda ar-zettiğimiz gibi bütün hass u ammın maz harı hüsn ü kabulü ile herkes, kendisinin kemal,i fazilet ve bir naşir-i fcyz-i Muhammed ve bir fatih-i bab-ı hidayet olduğunu tasdik ve takdir etmiştir.
Bu zatın vatani hizmetine gelince: Askerlik çağında iken, o günün kanun-i askeriyyesi şöyle ki; herhangi bilgin, Meşihatden yani o günün Diyanet işleri Reisliği'nden tertib edilen bir hey'et-i ilmiyye huzurunda imtihan edilmek üzre, ilmen kemali derecede ve o günün vaz'etiği kanunun herhangi maddesine tevfikan imtihan veren bilginlerin, askerden muaf tutulacağı dolayısıyla bu zat da aynı hey'et-i ilmiyye huzurunda dokuz gün imtihana tabi' tutularak kemali derecede bir alim olduğu, hey'et-i ilmiyye tarafından ittifakla tasdiken kendisine verilen bir belge ile silk-i askeriden muafen neçr-i ilm ü irfan etmek üzre yani birçok talebeler hocası olarak tedrisat-ı ilmiyyesi mazbut idi.
Yalnız bu talebeleri,bugüne kadar hemen hemen tamamen vefat ettikleri için elbetde bizler de çok müteessiriz. Ancak 1939'da Alvar Köyü'nden Erzurum'a nakli ile, Erzurum'da her ne kadar talib-i ilim var ise kendisine müracaatla olsun ve kendisinin istihbarı ile olsun onaltı sene talebenin tamamen lüzumlu ihtiyaçlarını karşılamak üzre ve talebeyi tahrik ve teşvikleriyle göstermiş olduğu hüsn-i teveccüh ve hüsn-i kabul ve kemal-i şefkatleriyle ve hocalarına ihtiramla,minnettarlıklarıyla hemen hemen bu onaltı sene içerisinde yani 1939'dan 1956 tarih-i vefatına kadar Erzurum'un içinde ve dışında yetişen bugünkü vaizler ve bugünkü müderrisler bu zatın çerağı ve yetirtirmiş olduğu bilginlerden olduklarını şükranla i'tiraf etmektedirler.
Muhterem okuyucularımıza şöyle tavsiye ederim ki; her an için bu zatm mehabbetini kuşe-i hatırlarında taşıyarak Cenab-ı Hakk'ın lütf ü ihsanına mazhar olsunlar. Cenab-ı Peygamberimiz Hazret-i Muhammed Mustafa (S.A.V.)'in Liva-i Şerifi altında bu zevat-ı kiram ile haşren beraber bulunsunlar. Amin... Bi-hurmet-i Seyyid-il Mürselin.
Buradan bir çok müderris, hadisçi, tefsirci, şair,edip, mutasavvıf, fıkıh adamı ve ulemalar adlarının başına "Erzurumlu" sıfatını takarak isimlerini dünyaya duyurmuşlar ve Erzurum üzerinde "îz" bırakmışlardır.
Mısır Hükümdarlarına Türkçe Ders veren büyük alim Erzurumlu Mustafa Darir'in Siyer-i Nebevisi açık Türkçesiyle bir dil âbidesi gibi önümüzde yükseliyor.
İşte bunlardan birisi de Alvar imamı ismiyle maruf Hacı Muhammed Lütfi Efendi'dir.
Muhammet Lütfî Efendi'nin eseri olan "Hülâsatül Hakayık" Hacı Seyfettin Mazlumoğlu tarafından bastırılarak yayınlanmıştır.
Bu kitabın 503. ncü sayfasında Muhammet Lütfi Efendi'nin özgeçmişi şöyle yazılmıştır.
Meşâhir-i Ulemâ-i Kibârinden
HÂCE MUHAMMED LÜTFİ,
Lâkab-ı Meşhuriyle
EFE HAZRETLERİ
Bu zât, yukarıda zikrettiğimiz vech üzre HÂCE HÜSEYİN EFENDÎ'den olma ve SEYYÎDE HADÎCE HANIM'dan doğma. 1285 hicri tarihinde mezkur KINDIĞI KÖYÜ'nde kadem-nihade-i alem-i dünya olmuştur. TahsiliNİ, pederleri HÂCE HÜSEYİN EFENDİ'den tamamlayarak mücazen 1307'de Hasankale'nin SİVASLI CAMÎİ'ne imam olarak ta'yin edilmiş ve bu cami-i şerifde, imameti müddeti içerisinde hass u ammın, ulema vefudalânın takdirine mazhar olmuştur. 1307'de pederleriyle beraber ŞEHR-Î BÎTLÎS’e giderek HACE PÎR-Î KÜFREVÎ HAZRETLERİ'nin nazar-ı kudsilerinde erba'in-keş olmuş ve riyâzet eserleri kendisini ahlak-ı be-şeriyyesinden ahlâk-ı ruhaniyyete ve sıfat-ı melekiyete tahvili ile bir insan-ı kâmil olduğunu herkes takdir etmiştir.B'il-vesile Hâcc Muhammed Pir-i Küfrevi Hazretleri'nin mümtaz bir halifesi olarak mücâzen, pederleriyle Hasankale'ye avdet etmiştir.Bir müddet vazife-yi lafzi ve ma'nevisini kemâliyle ifa etmiş... Erzurum'un DÎNARKOM KÖYÜ'ne nakletmiş ve orada Birinci Cihan Harbi'ne kadar imrâr-ı hayat etmiş ve Erzurum'u Ruslar istila ederken pederleriyle birlikte nefsi, Erzurum'a hicret etmiştir. Pederlerini, Erzurum'lu Hacı Receb Efendi isimli zatın evinde bırakarak kendisi, imametlik vazifesini deruhte etmek için Tercan'ın YAVÎ NAHÎYESÎ'ne gitmiştir. Rusların istilası müddetince orada kalmış; Ermeniler'in katliama başlaması üzerine, köyden ve diğer köylerden topladığı altmış kadar çete halindeki bir müfreze ile Ruslar'ın karargâh deposu olan köye, o gün Ermeni topluluğunun da burada bulunuşu dolayısıyle taarruz etmiş. Böylece, Ermeniler püskürtülmüş ve kendileri müfrezesiyle birlikte OYUKLÜ KÖYÜ'nün yanıbaşında Ruslar'ın yığdığı kıyas kabul etmez bir depoyu teslim almış ve Ermeniler'i takip etmek üzre kararlı olduğu halde ma'al-esef o deponun yağmasına dalan müfrezeye ve etraf köylülere sesini işittirmeğe ve müfrezesini o yağmadan ayırmağa muvaffak olamamış; iki kişi ile Ermenileri takip eder gibi yavaş yavaş Haydar Boğazındaki Zergideler Köyü'nde Türk ordusuna iltihak ederek ordu ile birlikte gün ışırken Erzurum'a girmiş ve hemen pederlerinin yanına koşmuş. Pederlerim kana bulanmış ağır yaralı bir halde bulmuş ve o günün ikindisine kadar pederleriyle meşgul olmuş. Akşama doğru vefat eden pederlerini Kavak Kapışı Kabristanı'na defnetmiştir.
Bilahere vazifesini Yavi Nahiyesi'nden anavatanı olan Hasankale'ye nakletmiş ve kendisine Hasankale Müftülüğü teklif edilmiş ise de kabul etmemiş; Hasankale'ye bir saat kadar uzak mesafede olan ALVAR KÖYÜ Halkı'nın istirhamı üzerine Alvar Köyü'ne giderek bu köyde yirmi dört sene vazife yapmıştır. 1939... prostat hastalığından bera-i tedavi Erzurum'a gitmiş ve Erzurum'da Topçuoğlu Mustafa Efendinin evinde altmış dört gün süren hastalığı neticesi, kendisinin bir dahi köye dönemeyeceğini ve "hekimli bir yerde yaşayabileceği" mülahazasıyla Alvar Köyü halkından özür dileyerek ve köy halkından memnuniyetini belirterek istizan etmiş; Erzurum'un Mehdi Efendi Mahallesi'nde müsteciren bir evde ikâmet ederek onaltı sene insanlığa ve İslamiyete hizmet etmiştir. 12.3.1956 tarihinde irtihal-i dar-ı beka ile muvakkat hayata gözlerini yummuş, ebedi bir hayata intikal etmiş ve naş-ı şerifi nefsi, Erzurum'dan iştirak eden cemmi-i gafir ile Alvar Köyü'nde pederleri Hüseyin Efendi yanında defnedilmek üzre götürülmüştür.
Bu zatın müddet-i hayatında peşpeşe vefat eden aileleri beş tane olup ikinci ailesi Esma Hanım'dan mütevellit bir oğlunu terk etmiştir.
Bu zat, şu doksan sene ömrü hayatı içinde, taşı taşın üstüne koymamış bir ev sahibi olmayı daha hatırlamamış, dünya metaı ve malına malik olmayı hiç arzu etmemiş. Gayet temiz elbise giyer, mu'tedilen her hareketi vakur, müstağni...Dünyası ve geçimi hatırası için bay-geda hiç kimseye göz ucu ile veya ima ile dahi olsa tenezzül etmemiş ve dar-ı maişetin! temin etmek üzre hiç kimseden ufacık bir yardım hatırından bile geçmemiş. Her zaman için ve hergün sofrasında müteaddit insanlara ikram etmek üzre misafir-perverliğini her şahıs hayretle takdir ederdi.
Hatırdan geçebilir ki: "Acaba bu zat, hangi bir va-sıta ile bu ümmet-i Muhammed'in bay, geda, alim, fazıl, kamil insanlarını ve fukara-yı müslimini ikram u ihsanlarıyla memnun etmek üzre, Türkiye'nin her tarafından minnettarlık ve teşekkürle anılmış oluyor?"
Evet, ümmet-i Muhammed'in kendisine hürmet-i mahsuseleri var idi. Son zamanlarında kendisine niyaz ve istirhamla hediye edilen neler ise, yerli yerince mahallini keşfederek bir emaneti yerine tevdi etmek üzre ulaştırır idi. Bu meyanda gıdavi her hangi hediyeleri misafirlerine ikram eder ve kendilerine dua ederek ikramını minnet bilir, kemal-i iltifatla misafirlerim yolcu ederdi. Ve hatta şunu da kasemle ilave edeyim ki, yirmi iki yaşından doksan yaşına kadar yani altmış sekiz sene sofrasına misafırsiz el sunduğu ender görülmüş idi. Ancak bu zatın geliri, giderinden çok az olduğunu herkes hayretle karşılardı. Geliri, arz etmiş olduğumuz üzre köylerde yaşadığı müddet birkaç tane koyun, iki veya üç inek sağar, ortakçıya yirmi-otuz kile zahire ektirir... Köylünün de kendisine vazifesi mukabilinde verdiği elli-altmış kile zahire içinde idi. böyle olunca Cenab-ı Hakk'ın, insanları "az şey ile çok geniş geçindirir, çok şey ile çok dar geçindirir" olduğuna, çok zaman şahid olmuşuzdur.
Bu zat, sofrasına üç adama yeter yemek kor, on adamı kemaliyle doyurur ve biraz da artar idi. Kemal-i sehaveti o derece idi ki, etrafındaki mahremleri hatırlar idiler: "Bu zat yarın için hiç mi düşünmüyor, böylece de ikram ve ihsan olur mu?" Yalnız, kendisine ihtar etmeğe cesaret edemez idiler.
Şefkat ve merhametlerine gelince: Düşkünlere ve hastalara o derece merhametli idi ki, hiçbir ana ve baba evladına o derece şefkat ve merhamet edemez... Hatırları istila ederdi. Yanına gelen muzdariblerin izdıraplarına çareler aramak üzre maddi ve manevi onlarla beraber muzdarib olur ve çok kimseler yanından fariğ-ul-bal ızdırablarına çare ve dertlerine derman olunmuş halde salimen ayrılırlar idi.
Mürüvvet ve fütüvvetlerine gelince: Kendisini ziyarete gelenlere daima, "herkese hüsn-i zan etmeği, hiçbir kimseyi incitmemeği, hiçbir ferdi hor görmemeği ve alırken satarken insaflı, mürüvvetli olmayı" tavsiyeleriyle, müessir nasihat ve tenbihatlarıyla onları tenvir ve ikaz ederdi. Sarhoşları dahi huzuruna kabul eder; fasık, salih seçmez, herkesi menziline oturtturur ve herkese layıkı ile teveccüh ve taltifleriyle memnun ederdi. Ziyaretine gelen herhangi yolunu şaşırmış kimseler, tarik-ı müstakime gelmek üzre yanından ayrılır idiler. Müddet-i hayatında hiç kimseye taarruz etmemiş ve hiçbir ferdin kalbini kırmamış bir ÎNSAN-I KAMÎL idi.
Hulasa, ahlak-ı Muhammedi kendisinde tekamül etmiş bir rehber-i se'adet ve bir mümessil-i Peygamber olduğunu zamanesinin hass u ammı tasdik etmiş idi.
Huzurunda oturan insanlar vech-i mübarekesine bakmak üzre kendilerinden geçercesine hatırlarında Allah'u Azim-üş-şan'ın varlığından başka bir şey kalmaz... Kendilerini öyle bir yokluk içinde bulurlar idi ki; "Acaba biz de kendimizi bir insan mı sayıyoruz" diyerek kendilerini o kadar ihtiyaçlı görmeyi hisseder, yanından göz yaşlarıyla ayrılırlardı. Bu izdıraba düşenlerin çoğu bilginlerden, tahsil sahiplerinden ve kendisinde ilim ve ma'rifet olduğunu kabul eden insanlardan olur idi.
Sohbetinde daima Allah’u Azim-üş-şan'ın varlığından, Kur'an-ı Kerim'den, Hadis’-i Nebevi'den, ilm-i le-dünni mevzuatından bahseder ve nasihat eder, ölmüş gönülleri ihya eder ve emirlerine yani sohbetlerine herkes hayran olur, hüsn-i kabul ile, alim ve avam olsun bir kelime dahi olsa i'tiraz etmek değil hatırından şüphe dahi geçmez.. herkesin gönlüne safa, sadrına şifa bahşeder idi. Meclislerinde oturan ve ziyaretine gelen zairlerin gönlündekileri ve yahut kasdi veya maksadsız tuttukları niyetlerini, müşkil ve muammalarını hail ü fasletmek üzre müşkil-güşa sohbetleriyle her şahsın muşkillerini izah eden fevkalade bir kaşif-ül-kulub insan-ı kamil olduğunu tasdiken; ziyaretçilerin, yanından fevkalade memnuniyetle ve teslimeyetle ayrıldıklarını zamanın hass u ammı tasdik ve takdir etmektedir.
Bu zatın kemal-i faziletini ve hısal-i latifesini tamamen yazmak ve kemal-i ma'neviyesini ve derece-i ilm-i ledünniyesini tafsilatıyla neşretmek için bir kitap mütevakkıf olduğunu arzetmek üzre; bu, tafsilat-ı eserinde kemaliyle, izahen ve işareten bulunacağını tefekküren ve yakinen bildiğimiz için fazla izah ve tafsilatını icab eder görmeyip bu kadarla iktifa ettik.
Yine dönelim...Şöyle ki:
Bu zat 1947'de Hacc'a teşrif etmiş ve ma'iyyetinde onbir kişi arkadaşlarıyla Erzurum'dan Haleb'e kadar trenle ve Haleb'den ve Şam'dan Beyrut'a kadar otomobille ve Beyrut'tan Cidde'ye kadar gemi ile seyr ü sefer etmiştir. Cidde'den Paşazade Muhammed Selim Efendi'yi delil ittihaz ederek misafir olmuştur. Bu seferi yüz on gün olmak üzre yine aynı vasıtalarla ve aynı yollardan nefsi, Erzurum'a avdet etmiştir. Bu sefer-i mübarekesinde ondört gün Haleb'de ikameti, onbir gün Şam'da ikameti, üç gün Beyrut'da ikameti dolayısıyla bu memleketlerin ulema ve fudelası kendisini ziyaret ederek huzurunda, teslimen kemal-i edeble oturmuş ve kendisine ihtiyarsız "Maşa-Allah fe-tebarek-Allahü ah-sen-ül-Halikın" cümlesinden başka hiçbir şey konuşmaya kendilerinde bir varlık hissedememekle kendisinden dua ve himmetlerim istirham ederek niyaz-mendlik-le, kemal-i edeble ayrılmış olduklarım bütün Türkiye hacıları tasdik etmek üzre herkesi hayran etmiştir. Hicaz'da yani Mekke'de ve Medine'de vazife-i menasik-i hacc'ını yaparken Hucca-i Müslimin seyr ü temaşasına, bir levha-i mümessil-i peygamberi olduğuna herkes şahid olmuştur. Dillerde ve gönüllerde bırakmış olduğu mehabbetler, Huccac-i Müslimin'i bir heyecan içinde bırakır ve ellerini her makamda duaya kaldırırken, herhangi milletten olursa olsun göz yaşlarıyla kendisine valehü hayran olurlar idi. Seyr ü seferinde göstermiş olduğu hüsn ü ahlak, kerem ü seha, mürüvvet ve merhametleri herkesi ve bilhassa Mekke ve Medine halkını hayrette bıraktığını, el-an ve bu günkü hacca giden Türk hacıları, sırası geldikçe ve sözü açıldıkça göz yaşlarıyla ve hasretle daima konuşurlar. Bu seferinde göstermiş olduğu keşfü kerametleri yazmaktan hiç çekinmeyeceğiz. Lakin makamatını neşretmeye niyetli olduğumuz için, tarihçe-i hayatmda yazmayı lüzumlu görmedik.
İkinci haccı 1949 tarihinde, üçüncü haccı 1950 tarihinde... Yine bu sefer-i mübarekelerini yaparken Erzurum'dan İstanbul'a kadar trenle, İstanbul'dan Cidde ye uçakla seyr ü sefer etmiş, ikinci delili Ankavizade Ab-dülhamid Efendi olmuş, üçüncü delili Ankavizade Muhsin Efendi olmuş ve bu her iki seferinde de, yukarıda ar-zettiğimiz gibi bütün hass u ammın maz harı hüsn ü kabulü ile herkes, kendisinin kemal,i fazilet ve bir naşir-i fcyz-i Muhammed ve bir fatih-i bab-ı hidayet olduğunu tasdik ve takdir etmiştir.
Bu zatın vatani hizmetine gelince: Askerlik çağında iken, o günün kanun-i askeriyyesi şöyle ki; herhangi bilgin, Meşihatden yani o günün Diyanet işleri Reisliği'nden tertib edilen bir hey'et-i ilmiyye huzurunda imtihan edilmek üzre, ilmen kemali derecede ve o günün vaz'etiği kanunun herhangi maddesine tevfikan imtihan veren bilginlerin, askerden muaf tutulacağı dolayısıyla bu zat da aynı hey'et-i ilmiyye huzurunda dokuz gün imtihana tabi' tutularak kemali derecede bir alim olduğu, hey'et-i ilmiyye tarafından ittifakla tasdiken kendisine verilen bir belge ile silk-i askeriden muafen neçr-i ilm ü irfan etmek üzre yani birçok talebeler hocası olarak tedrisat-ı ilmiyyesi mazbut idi.
Yalnız bu talebeleri,bugüne kadar hemen hemen tamamen vefat ettikleri için elbetde bizler de çok müteessiriz. Ancak 1939'da Alvar Köyü'nden Erzurum'a nakli ile, Erzurum'da her ne kadar talib-i ilim var ise kendisine müracaatla olsun ve kendisinin istihbarı ile olsun onaltı sene talebenin tamamen lüzumlu ihtiyaçlarını karşılamak üzre ve talebeyi tahrik ve teşvikleriyle göstermiş olduğu hüsn-i teveccüh ve hüsn-i kabul ve kemal-i şefkatleriyle ve hocalarına ihtiramla,minnettarlıklarıyla hemen hemen bu onaltı sene içerisinde yani 1939'dan 1956 tarih-i vefatına kadar Erzurum'un içinde ve dışında yetişen bugünkü vaizler ve bugünkü müderrisler bu zatın çerağı ve yetirtirmiş olduğu bilginlerden olduklarını şükranla i'tiraf etmektedirler.
Muhterem okuyucularımıza şöyle tavsiye ederim ki; her an için bu zatm mehabbetini kuşe-i hatırlarında taşıyarak Cenab-ı Hakk'ın lütf ü ihsanına mazhar olsunlar. Cenab-ı Peygamberimiz Hazret-i Muhammed Mustafa (S.A.V.)'in Liva-i Şerifi altında bu zevat-ı kiram ile haşren beraber bulunsunlar. Amin... Bi-hurmet-i Seyyid-il Mürselin.
1-GÜREŞ
Tarihi Kırkpınar yağlı güreşlerinden daha eski olan karakucak güreşleri Hasankale'nin en önemli spor dalıdır. Türkiye'de güreşin kaynağı kabul edilen İller içerisinde yer alan Erzurum'umuz da Hasankale önde gelen ilçelerden biridir.
Düğün ve bayramlarda yapılan karakucak güreşleri artık günümüzde görülmemektedir. Hasankale'nin diğer yörelerden ayrı özelliği Cuma güreşleridir.
Cuma güreşleri;
Nisan aylarında bahar olup çimenler yeşerince kispetini alan gençler çimenlerde hazırlanırlar.
Nisan ayında başlayıp 7 hafta devam eden Cuma güreşleri Cuma namazı kılındıktan sonra başlar.
Davul ve zurnalar çalınır. Halk güreş meydanında toplanır. Güreşi eski pehlivanlar idare eder ve hakemlik yaparlar.
Aşağı ve yukarı Pasin diye ayrılan halk, güreşçilerini meydana sürerler. Tartı yoktur. Meydanda dolaşan güreşçiler hasım tutarlar. Birbiriyle güreş yapan iki güreşçi o yıl bir daha güreşemezler. Bir yıl sonra tekrar güreşebilirler.
Son yıllarda Cuma güreşlerini Pasinler Spor Kulübü tertiplemektedir. Karakucak güreşleri Nizamnamesi uygulanmaktadır.
Cuma güreşleri önemli bir altyapıdır.
Bu çemenlerden minderlere birçok güreşçi yetiştirilmiştir. Bunlar arasında Dünya, Avrupa ve Balkan şampiyonları çıkmıştır.
2- CİRİT
Cirit, özellikle ilkbahar ve yaz aylarında şimdi adına Malmeydanı denilen alanda yapılırdı. Birçok Cirit takımı vardı. Çevre köy ve ilçelerden katılan cirit takımları arasında büyük çekişmeli yarışmalar olurdu. Bu spora meraklı olan insanlar özel at yetiştirirlerdi.
Ciritçi, cirit günü atına suyunu ve yemini çok erken verir, yarışma anına kadar artık bir şey vermezdi. Atın yelesi ve kuyruğu bağlanır, üzengi ve zehma kayışı koşulurdu. Ciritçi takım formasını giyer, cirit değneğini alır, meydana çıkardı. Meydanda hem halkı coşturak, hem de ciritçilerin heyecan ve şevklerini artırmak için davul-zurna çalınırdı. Takım bir araya gelince takım başkanı kendilerine son talimatları verir ve aralarında oyunla ilgili müşavere (istişare) edilirdi.
Oyun, mahir bir ciritçinin ortaya çıkışıyla, at oynatmasıyla başlardı. Bu ciritçi atıyla gösteri yapar, karşı alaydan isim vererek rakip ister, ciridini fırlatır ve karşısına çıkan ciritçiye meydan okurdu. Artık oyun başlamıştır. rakiplerin birbirine cirit atması, atların koşuşu ve kişnemeleri halkı coşturur, eğlendirirdi.
Oyunun elbette bir takım kuralları vardı. Bir cirit alayı en az dört, en fazla on kişiden oluşurdu. Alayların (takımların) kaptanlarına Ciritbaşı denilirdi. Oyunun galbini belirlemek, puanlamayı tutmak için de bir hakem heyeti vardı. Ciritçi at üstünde yarışır, elindeki cirit değneğini rakibine fırlatarak isabet ettirmeye çalışırdı. Ancak kasıtlı hareket eden, ciridini ata vuran sporcuya ceza puanı verilir, oyundan çıkarılır. Kendisine fırlatılan ciridi havada yakalayan ciritçi, ciridini iyi fırlatacak, rakibe isabet ettirecek, attığı ciridi havada yakalatmayacak, aynı anda rakibinden cirit yemeyecek, iyi eğer boşaltacak, rakibinin ciridini havada yakalayabilecek. Bu oyun iki devre halinde, belirlenen sürede oynanırdı.
İlçemizde artık yapılmayan bu spor dalı ilimiz merkezinde (Erzurum) sürdürülmektedir. Halen faaliyet gösteren atlı spor kulüpleri bulunmaktadır.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)