Serhat şehri kahraman Erzurum; bütün tarih boyunca çok büyük adamlar yetiştirmiştir.
Buradan bir çok müderris, hadisçi, tefsirci, şair,edip, mutasavvıf, fıkıh adamı ve ulemalar adlarının başına "Erzurumlu" sıfatını takarak isimlerini dünyaya duyurmuşlar ve Erzurum üzerinde "îz" bırakmışlardır.
Mısır Hükümdarlarına Türkçe Ders veren büyük alim Erzurumlu Mustafa Darir'in Siyer-i Nebevisi açık Türkçesiyle bir dil âbidesi gibi önümüzde yükseliyor.
İşte bunlardan birisi de Alvar imamı ismiyle maruf Hacı Muhammed Lütfi Efendi'dir.
Muhammet Lütfî Efendi'nin eseri olan "Hülâsatül Hakayık" Hacı Seyfettin Mazlumoğlu tarafından bastırılarak yayınlanmıştır.
Bu kitabın 503. ncü sayfasında Muhammet Lütfi Efendi'nin özgeçmişi şöyle yazılmıştır.
Meşâhir-i Ulemâ-i Kibârinden
HÂCE MUHAMMED LÜTFİ,
Lâkab-ı Meşhuriyle
EFE HAZRETLERİ
Bu zât, yukarıda zikrettiğimiz vech üzre HÂCE HÜSEYİN EFENDÎ'den olma ve SEYYÎDE HADÎCE HANIM'dan doğma. 1285 hicri tarihinde mezkur KINDIĞI KÖYÜ'nde kadem-nihade-i alem-i dünya olmuştur. TahsiliNİ, pederleri HÂCE HÜSEYİN EFENDİ'den tamamlayarak mücazen 1307'de Hasankale'nin SİVASLI CAMÎİ'ne imam olarak ta'yin edilmiş ve bu cami-i şerifde, imameti müddeti içerisinde hass u ammın, ulema vefudalânın takdirine mazhar olmuştur. 1307'de pederleriyle beraber ŞEHR-Î BÎTLÎS’e giderek HACE PÎR-Î KÜFREVÎ HAZRETLERİ'nin nazar-ı kudsilerinde erba'in-keş olmuş ve riyâzet eserleri kendisini ahlak-ı be-şeriyyesinden ahlâk-ı ruhaniyyete ve sıfat-ı melekiyete tahvili ile bir insan-ı kâmil olduğunu herkes takdir etmiştir.B'il-vesile Hâcc Muhammed Pir-i Küfrevi Hazretleri'nin mümtaz bir halifesi olarak mücâzen, pederleriyle Hasankale'ye avdet etmiştir.
Bir müddet vazife-yi lafzi ve ma'nevisini kemâliyle ifa etmiş... Erzurum'un DÎNARKOM KÖYÜ'ne nakletmiş ve orada Birinci Cihan Harbi'ne kadar imrâr-ı hayat etmiş ve Erzurum'u Ruslar istila ederken pederleriyle birlikte nefsi, Erzurum'a hicret etmiştir. Pederlerini, Erzurum'lu Hacı Receb Efendi isimli zatın evinde bırakarak kendisi, imametlik vazifesini deruhte etmek için Tercan'ın YAVÎ NAHÎYESÎ'ne gitmiştir. Rusların istilası müddetince orada kalmış; Ermeniler'in katliama başlaması üzerine, köyden ve diğer köylerden topladığı altmış kadar çete halindeki bir müfreze ile Ruslar'ın karargâh deposu olan köye, o gün Ermeni topluluğunun da burada bulunuşu dolayısıyle taarruz etmiş. Böylece, Ermeniler püskürtülmüş ve kendileri müfrezesiyle birlikte OYUKLÜ KÖYÜ'nün yanıbaşında Ruslar'ın yığdığı kıyas kabul etmez bir depoyu teslim almış ve Ermeniler'i takip etmek üzre kararlı olduğu halde ma'al-esef o deponun yağmasına dalan müfrezeye ve etraf köylülere sesini işittirmeğe ve müfrezesini o yağmadan ayırmağa muvaffak olamamış; iki kişi ile Ermenileri takip eder gibi yavaş yavaş Haydar Boğazındaki Zergideler Köyü'nde Türk ordusuna iltihak ederek ordu ile birlikte gün ışırken Erzurum'a girmiş ve hemen pederlerinin yanına koşmuş. Pederlerim kana bulanmış ağır yaralı bir halde bulmuş ve o günün ikindisine kadar pederleriyle meşgul olmuş. Akşama doğru vefat eden pederlerini Kavak Kapışı Kabristanı'na defnetmiştir.
Bilahere vazifesini Yavi Nahiyesi'nden anavatanı olan Hasankale'ye nakletmiş ve kendisine Hasankale Müftülüğü teklif edilmiş ise de kabul etmemiş; Hasankale'ye bir saat kadar uzak mesafede olan ALVAR KÖYÜ Halkı'nın istirhamı üzerine Alvar Köyü'ne giderek bu köyde yirmi dört sene vazife yapmıştır. 1939... prostat hastalığından bera-i tedavi Erzurum'a gitmiş ve Erzurum'da Topçuoğlu Mustafa Efendinin evinde altmış dört gün süren hastalığı neticesi, kendisinin bir dahi köye dönemeyeceğini ve "hekimli bir yerde yaşayabileceği" mülahazasıyla Alvar Köyü halkından özür dileyerek ve köy halkından memnuniyetini belirterek istizan etmiş; Erzurum'un Mehdi Efendi Mahallesi'nde müsteciren bir evde ikâmet ederek onaltı sene insanlığa ve İslamiyete hizmet etmiştir. 12.3.1956 tarihinde irtihal-i dar-ı beka ile muvakkat hayata gözlerini yummuş, ebedi bir hayata intikal etmiş ve naş-ı şerifi nefsi, Erzurum'dan iştirak eden cemmi-i gafir ile Alvar Köyü'nde pederleri Hüseyin Efendi yanında defnedilmek üzre götürülmüştür.
Bu zatın müddet-i hayatında peşpeşe vefat eden aileleri beş tane olup ikinci ailesi Esma Hanım'dan mütevellit bir oğlunu terk etmiştir.
Bu zat, şu doksan sene ömrü hayatı içinde, taşı taşın üstüne koymamış bir ev sahibi olmayı daha hatırlamamış, dünya metaı ve malına malik olmayı hiç arzu etmemiş. Gayet temiz elbise giyer, mu'tedilen her hareketi vakur, müstağni...Dünyası ve geçimi hatırası için bay-geda hiç kimseye göz ucu ile veya ima ile dahi olsa tenezzül etmemiş ve dar-ı maişetin! temin etmek üzre hiç kimseden ufacık bir yardım hatırından bile geçmemiş. Her zaman için ve hergün sofrasında müteaddit insanlara ikram etmek üzre misafir-perverliğini her şahıs hayretle takdir ederdi.
Hatırdan geçebilir ki: "Acaba bu zat, hangi bir va-sıta ile bu ümmet-i Muhammed'in bay, geda, alim, fazıl, kamil insanlarını ve fukara-yı müslimini ikram u ihsanlarıyla memnun etmek üzre, Türkiye'nin her tarafından minnettarlık ve teşekkürle anılmış oluyor?"
Evet, ümmet-i Muhammed'in kendisine hürmet-i mahsuseleri var idi. Son zamanlarında kendisine niyaz ve istirhamla hediye edilen neler ise, yerli yerince mahallini keşfederek bir emaneti yerine tevdi etmek üzre ulaştırır idi. Bu meyanda gıdavi her hangi hediyeleri misafirlerine ikram eder ve kendilerine dua ederek ikramını minnet bilir, kemal-i iltifatla misafirlerim yolcu ederdi. Ve hatta şunu da kasemle ilave edeyim ki, yirmi iki yaşından doksan yaşına kadar yani altmış sekiz sene sofrasına misafırsiz el sunduğu ender görülmüş idi. Ancak bu zatın geliri, giderinden çok az olduğunu herkes hayretle karşılardı. Geliri, arz etmiş olduğumuz üzre köylerde yaşadığı müddet birkaç tane koyun, iki veya üç inek sağar, ortakçıya yirmi-otuz kile zahire ektirir... Köylünün de kendisine vazifesi mukabilinde verdiği elli-altmış kile zahire içinde idi. böyle olunca Cenab-ı Hakk'ın, insanları "az şey ile çok geniş geçindirir, çok şey ile çok dar geçindirir" olduğuna, çok zaman şahid olmuşuzdur.
Bu zat, sofrasına üç adama yeter yemek kor, on adamı kemaliyle doyurur ve biraz da artar idi. Kemal-i sehaveti o derece idi ki, etrafındaki mahremleri hatırlar idiler: "Bu zat yarın için hiç mi düşünmüyor, böylece de ikram ve ihsan olur mu?" Yalnız, kendisine ihtar etmeğe cesaret edemez idiler.
Şefkat ve merhametlerine gelince: Düşkünlere ve hastalara o derece merhametli idi ki, hiçbir ana ve baba evladına o derece şefkat ve merhamet edemez... Hatırları istila ederdi. Yanına gelen muzdariblerin izdıraplarına çareler aramak üzre maddi ve manevi onlarla beraber muzdarib olur ve çok kimseler yanından fariğ-ul-bal ızdırablarına çare ve dertlerine derman olunmuş halde salimen ayrılırlar idi.
Mürüvvet ve fütüvvetlerine gelince: Kendisini ziyarete gelenlere daima, "herkese hüsn-i zan etmeği, hiçbir kimseyi incitmemeği, hiçbir ferdi hor görmemeği ve alırken satarken insaflı, mürüvvetli olmayı" tavsiyeleriyle, müessir nasihat ve tenbihatlarıyla onları tenvir ve ikaz ederdi. Sarhoşları dahi huzuruna kabul eder; fasık, salih seçmez, herkesi menziline oturtturur ve herkese layıkı ile teveccüh ve taltifleriyle memnun ederdi. Ziyaretine gelen herhangi yolunu şaşırmış kimseler, tarik-ı müstakime gelmek üzre yanından ayrılır idiler. Müddet-i hayatında hiç kimseye taarruz etmemiş ve hiçbir ferdin kalbini kırmamış bir ÎNSAN-I KAMÎL idi.
Hulasa, ahlak-ı Muhammedi kendisinde tekamül etmiş bir rehber-i se'adet ve bir mümessil-i Peygamber olduğunu zamanesinin hass u ammı tasdik etmiş idi.
Huzurunda oturan insanlar vech-i mübarekesine bakmak üzre kendilerinden geçercesine hatırlarında Allah'u Azim-üş-şan'ın varlığından başka bir şey kalmaz... Kendilerini öyle bir yokluk içinde bulurlar idi ki; "Acaba biz de kendimizi bir insan mı sayıyoruz" diyerek kendilerini o kadar ihtiyaçlı görmeyi hisseder, yanından göz yaşlarıyla ayrılırlardı. Bu izdıraba düşenlerin çoğu bilginlerden, tahsil sahiplerinden ve kendisinde ilim ve ma'rifet olduğunu kabul eden insanlardan olur idi.
Sohbetinde daima Allah’u Azim-üş-şan'ın varlığından, Kur'an-ı Kerim'den, Hadis’-i Nebevi'den, ilm-i le-dünni mevzuatından bahseder ve nasihat eder, ölmüş gönülleri ihya eder ve emirlerine yani sohbetlerine herkes hayran olur, hüsn-i kabul ile, alim ve avam olsun bir kelime dahi olsa i'tiraz etmek değil hatırından şüphe dahi geçmez.. herkesin gönlüne safa, sadrına şifa bahşeder idi. Meclislerinde oturan ve ziyaretine gelen zairlerin gönlündekileri ve yahut kasdi veya maksadsız tuttukları niyetlerini, müşkil ve muammalarını hail ü fasletmek üzre müşkil-güşa sohbetleriyle her şahsın muşkillerini izah eden fevkalade bir kaşif-ül-kulub insan-ı kamil olduğunu tasdiken; ziyaretçilerin, yanından fevkalade memnuniyetle ve teslimeyetle ayrıldıklarını zamanın hass u ammı tasdik ve takdir etmektedir.
Bu zatın kemal-i faziletini ve hısal-i latifesini tamamen yazmak ve kemal-i ma'neviyesini ve derece-i ilm-i ledünniyesini tafsilatıyla neşretmek için bir kitap mütevakkıf olduğunu arzetmek üzre; bu, tafsilat-ı eserinde kemaliyle, izahen ve işareten bulunacağını tefekküren ve yakinen bildiğimiz için fazla izah ve tafsilatını icab eder görmeyip bu kadarla iktifa ettik.
Yine dönelim...Şöyle ki:
Bu zat 1947'de Hacc'a teşrif etmiş ve ma'iyyetinde onbir kişi arkadaşlarıyla Erzurum'dan Haleb'e kadar trenle ve Haleb'den ve Şam'dan Beyrut'a kadar otomobille ve Beyrut'tan Cidde'ye kadar gemi ile seyr ü sefer etmiştir. Cidde'den Paşazade Muhammed Selim Efendi'yi delil ittihaz ederek misafir olmuştur. Bu seferi yüz on gün olmak üzre yine aynı vasıtalarla ve aynı yollardan nefsi, Erzurum'a avdet etmiştir. Bu sefer-i mübarekesinde ondört gün Haleb'de ikameti, onbir gün Şam'da ikameti, üç gün Beyrut'da ikameti dolayısıyla bu memleketlerin ulema ve fudelası kendisini ziyaret ederek huzurunda, teslimen kemal-i edeble oturmuş ve kendisine ihtiyarsız "Maşa-Allah fe-tebarek-Allahü ah-sen-ül-Halikın" cümlesinden başka hiçbir şey konuşmaya kendilerinde bir varlık hissedememekle kendisinden dua ve himmetlerim istirham ederek niyaz-mendlik-le, kemal-i edeble ayrılmış olduklarım bütün Türkiye hacıları tasdik etmek üzre herkesi hayran etmiştir. Hicaz'da yani Mekke'de ve Medine'de vazife-i menasik-i hacc'ını yaparken Hucca-i Müslimin seyr ü temaşasına, bir levha-i mümessil-i peygamberi olduğuna herkes şahid olmuştur. Dillerde ve gönüllerde bırakmış olduğu mehabbetler, Huccac-i Müslimin'i bir heyecan içinde bırakır ve ellerini her makamda duaya kaldırırken, herhangi milletten olursa olsun göz yaşlarıyla kendisine valehü hayran olurlar idi. Seyr ü seferinde göstermiş olduğu hüsn ü ahlak, kerem ü seha, mürüvvet ve merhametleri herkesi ve bilhassa Mekke ve Medine halkını hayrette bıraktığını, el-an ve bu günkü hacca giden Türk hacıları, sırası geldikçe ve sözü açıldıkça göz yaşlarıyla ve hasretle daima konuşurlar. Bu seferinde göstermiş olduğu keşfü kerametleri yazmaktan hiç çekinmeyeceğiz. Lakin makamatını neşretmeye niyetli olduğumuz için, tarihçe-i hayatmda yazmayı lüzumlu görmedik.
İkinci haccı 1949 tarihinde, üçüncü haccı 1950 tarihinde... Yine bu sefer-i mübarekelerini yaparken Erzurum'dan İstanbul'a kadar trenle, İstanbul'dan Cidde ye uçakla seyr ü sefer etmiş, ikinci delili Ankavizade Ab-dülhamid Efendi olmuş, üçüncü delili Ankavizade Muhsin Efendi olmuş ve bu her iki seferinde de, yukarıda ar-zettiğimiz gibi bütün hass u ammın maz harı hüsn ü kabulü ile herkes, kendisinin kemal,i fazilet ve bir naşir-i fcyz-i Muhammed ve bir fatih-i bab-ı hidayet olduğunu tasdik ve takdir etmiştir.
Bu zatın vatani hizmetine gelince: Askerlik çağında iken, o günün kanun-i askeriyyesi şöyle ki; herhangi bilgin, Meşihatden yani o günün Diyanet işleri Reisliği'nden tertib edilen bir hey'et-i ilmiyye huzurunda imtihan edilmek üzre, ilmen kemali derecede ve o günün vaz'etiği kanunun herhangi maddesine tevfikan imtihan veren bilginlerin, askerden muaf tutulacağı dolayısıyla bu zat da aynı hey'et-i ilmiyye huzurunda dokuz gün imtihana tabi' tutularak kemali derecede bir alim olduğu, hey'et-i ilmiyye tarafından ittifakla tasdiken kendisine verilen bir belge ile silk-i askeriden muafen neçr-i ilm ü irfan etmek üzre yani birçok talebeler hocası olarak tedrisat-ı ilmiyyesi mazbut idi.
Yalnız bu talebeleri,bugüne kadar hemen hemen tamamen vefat ettikleri için elbetde bizler de çok müteessiriz. Ancak 1939'da Alvar Köyü'nden Erzurum'a nakli ile, Erzurum'da her ne kadar talib-i ilim var ise kendisine müracaatla olsun ve kendisinin istihbarı ile olsun onaltı sene talebenin tamamen lüzumlu ihtiyaçlarını karşılamak üzre ve talebeyi tahrik ve teşvikleriyle göstermiş olduğu hüsn-i teveccüh ve hüsn-i kabul ve kemal-i şefkatleriyle ve hocalarına ihtiramla,minnettarlıklarıyla hemen hemen bu onaltı sene içerisinde yani 1939'dan 1956 tarih-i vefatına kadar Erzurum'un içinde ve dışında yetişen bugünkü vaizler ve bugünkü müderrisler bu zatın çerağı ve yetirtirmiş olduğu bilginlerden olduklarını şükranla i'tiraf etmektedirler.
Muhterem okuyucularımıza şöyle tavsiye ederim ki; her an için bu zatm mehabbetini kuşe-i hatırlarında taşıyarak Cenab-ı Hakk'ın lütf ü ihsanına mazhar olsunlar. Cenab-ı Peygamberimiz Hazret-i Muhammed Mustafa (S.A.V.)'in Liva-i Şerifi altında bu zevat-ı kiram ile haşren beraber bulunsunlar. Amin... Bi-hurmet-i Seyyid-il Mürselin.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder